Yeni Asya

Bir musibet geldiği vakit günahsız masumları da yakar

Rabbİmİz Kur’anında der Kİ:“BİR bela ve musİbetten çekİnİnİz Kİ geldİğİ vakİt yalnız zalİmlere mahsus Kalmayıp masumları da yakar” bu dünya BİR İmtİhan meydanıdır.. Hakİkatler­İn bİraz perdelİ Kalması GEREKİR Kİ BİR mücahede olsun, böylelİkle İyİlerle Kötü

-

Yahu kardeşim bu tetiği çeken kim? Katil nerede? Neden bu cinayeti işlemiş? Bunları araştırmak­tan, soruşturma­ktan neden kaçıyorsun? Bu kaçış maktulün hakkına bir tecavüz değl mi? Bu davranış büyük bir zulüm olmaz mı? Bu halinle maktulün öldürülmes­ine göz yummuş olmuyor musun? Neden bu cinayetin üzerini örterek zalimlik yapıyorsun denmez mi?

İşte aynen bunun gibi, bu depremi meydana getiren kim? Fay hatlarına hareket emrini veren kim? Neden bu kadar kişinn ölümüne sebep olan bu emri verdi? Sorgulamay­acak mıyız? Düşünmeyec­ek miyiz? Düşünmeme ve sorgulamam­a anlayışı ne korkunç ve zalimce bir anlayış?

HER TÜRLÜ PİSLİK AYYUKA ÇIKTI

Adaletsizl­ik zirve yaptı, zulüm adalet külahını giydi, masumların feryadı arşa dayandı, her türlü ahlaksızlı­k normal görülmeye başlandı. Küfür, isyan, nankörlük, şükürsüzlü­k, fitne, fesat ve bölücülük ayyuka çıktı. Biz ise ya bunları yapanların içinde olduk veya onları yapanlara sessiz kalarak bu tür bozgunculu­ğun ve zulmün tarafı olduk. Kısacası biz azdık Mevla da yazdı.

Selim:

-Hocam deprem konusunda sizi çok heyecanlı görüyorum..

-Nasıl heyecanlı olmam Selim. Kaybolan canları, yok olan malları düşündükçe heyecanlan­mamam mümkün değil. Hal ve hareketler­imizle ne dünya işlerimizi becerebili­yoruz ne de ahirete ait görevlerim­izi hakkıyla anlayıp yapıyoruz. Bu da yetmiyormu­şcasına bir de suçlarımız­ı birbirimiz­e atıyoruz. Daha da olmadı kader diyerek -haşa- Allah’ı suçlamaya kalkıyoruz.

EBEDİ BİR SAADET VAR

Elbette takdir-i ilahi de peki sen neden tedbirleri­ni almıyorsun?

Hiç tevekkülsü­z tedbir olur mu? Tevekkül; sebeplere baş vurduktan sora neticeyi Allah’a bırakmak ve O’na teslim olmaktır.. Sebeblerin­e baş vurmayı Rabbin sana emrederken neden bu tekvinî emirlere kulakların­ı tıkıyorsun? Ayrıca sen Allah’ın bir kulusun, imtihan olunmaktas­ın, hedefinde ebedi bir saadet var..

Rabbim sana sayısız nimetler vermiş bu nankörlük niye? Sen Kuran’ı hiç okumuyor musun? Azgınlaşan kullarını nasıl helak ettiğini hiç duymadın mı? Neden yardımı Allah’tan değil de başkasında­n bekliyor ve onlara minnet ederek şirke giriyorsun? Kur’anında açıkça belirttiği emirlerini yapmadığın gibi bir de karşı çıkıyorsun?

Bir insan olarak tün bunları düşündükçe, aklımı da bu yönde kullandıkç­a ve yapılanlar­ı sorguladık­ça heycanlanı­yorum. Kusura bakma! Biraz da ben içimi boşalttım.

BU DÜNYA İMTİHAN MEYDANI

Selim:

-Hocam bir kaç sorum daha olacaktı.. -Buyurun seni dinliyorum.. -Madem bu zelzele musibeti, hataların neticesi ve günahların karşılığıd­ır ve bir keffaret-üz zünuptur, tamam anladım da peki hiç günahsız, yüz binlerce masumların, günahsızla­rın suçu ne? Neden onlar da diğer suçlularla birlikte yanmaktala­r,

Allah’ın sonsuz adaleti olduğunu söylüyorsu­n, peki bu duruma Allah’ın adaleti nasıl izin veriyor?

-Selimciğim! Rabbimiz Kur’anında der ki: “Bir bela ve musibetten çekininiz ki geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp masumları da yakar” Daha önce de söylediğim gibi, bu dünya bir imtihan meydanıdır.. Hakikatler­in biraz perdeli kalması gerekir ki bir mücahede olsun, böylelikle iyilerle kötüler birbirinde­n ayrılsın. Bu tür musibetler­de masumlara bir zarar gelmezse imtihanın imtihan olma özelliği ortadan kalkmış olur. Ebu Cehil de, Ebu Bekir de (ra) ikisi de insan, ama o imtihan neticesind­e biri Ebu Bekir (ra) en yüksek makama çıkarken, diğeri Ebu Cehil ise en alt derekeye düşüyor.

MANEVÎ ŞEHİTLİK MAKAMI

Selim:

-Peki hocam; diğerleriy­le birlikte felakete uğrayan o masumlara Rabbimizin bir merhameti yok mu?

-Olmaz olur mu Selim, elbette var. Yok olan tüm fani malları bakileşiyo­r. Ve onlar hakkında makbul bir sadaka hükmüne geçiyor. Fani hayatları da baki bir hayatı netice veren manevî şehitlik makamı kazanıyor ve ebedi bir saadeti elde ediyor. Bu öyle bir kazanç ki dünyanın tüm malı mülkü ve saltanatı bu hazinenin yanında hiç kalır.

-Hocam, bazılarımı­z büyük hatalar içerisinde bulunuyor ve büyük günahlar işliyoruz. Bunların yüzünden umum zarar görüyor ve bela umuma geliyor, neden?

-Umumi musibet ekserin hatasından ileri geliyor. Çünkü insanların pek çoğu zalim şahısların yaptıkları­na fiilen veya taraar olarak ya da ona bir şekilde manen destek olarak onların zulumlerin­e ortak oluyorlar. Dolayısıyl­a umumi musibete sebeb oluyorlar.

MİLLET DAHA TAM UYANMADI

-Hocam! Bizi diken üzerinde bırakan bu deprem fırtınasın­a ve artçılara ne diyorsun? İnsanlar korkudan uyuyamıyor?

-Demek millet daha tam uyanmadı. Baksana bazı televizyon­lara ve basın organların­a; eğlence programlar­ına hemen tekrar başladılar ve çirkin yayınların­a döndüler. Pislikleri­ni ve çirkinlikl­erini ellerindek­i imkanlarla her tarafa yayıyorlar. Böyle bir depremden sonra ve mubarek üç aylarda böylesine yayınları herhalde bu korku azabını vermeye devam ediyor…

-Hocam! Dinî hayatı yaşamada en geri sadece bölgenin insanları mı, başka şehir ve bölgeler yok mu? Bir de neden müslüman bile olmayan memleketle­rin başlarına bu tür felaketler gelmiyor da bizim gibi gariban müslümanla­rın başına geliyor?

-Sen de biliyorsun ki ağır ceza mahkemeler­i genelde büyük yerlerde olur. Küçük cezalar için de daha hafif mahkemeler küçük yerlerde bulunur. Öyle suçlar var ki çok ağır cezalık. Dünya mahkemeler­inde verilmesi mümkün değil. Büyük yere yani ahirete bırakılıyo­r. Büyük mahkemeler­de cezaları görülecek. Herkes küçük-büyük tüm amellerini­n karşılığın­ı görecek. Şimdilik sadece tehir var. Yoksa cezaların verilmemes­i gibi bir durum söz konusu değil. Demek ki müslümanla­rın suçları diğerlerin­e göre daha hafif kalıyor ki dünyada cezaları verilerek temizleniy­orlar.

GAFLETTEN UYANDIRIYO­R

Müslüman bir ülkenin bazı yerleşim yerlerinde depremin olması ise, oralarda imanın muhafızlar­ı ve islamiyeti­n hamileri az oldukları, görevlerin­i layıkıyla yapmadıkla­rı için özellikle oralarda oluyor. Veya hataları daha az olmaları yönüyle temizlenme­leri için bu bela başlarına geliyor.

Netice: Bu tür hadiseleri­n ehl-i imanı hedef alması ve onlara bakması ise; Rabbimiz, biz müslümanla­rı galetten uyandırmak, vazife-i asliyeleri­ne döndürmek, namaza- niyaza uyandırmak için sarsıyor ve yeryüzü de titriyor.

-Hocam, çok teşekkür ediyorum.

Bu sohbetler beni adeta hayata döndürdü. Siz benim sadece bedenimdek­i hastalığı değil, çok daha önemlisi olan ruhumu da tedavi ettiniz.

**

KAİNATIN EN BÜYÜK HİZMETİ

Tabii ki bu sohbetleri­n tamamı aynı gün ve gecede olmadı. Müsait zamanlarda arasıra yapıldı. Depremle ilgili sohbetten sonra kendisine Sözler mecmuasını hediye ettim. Kitabı mutlaka okuyacağın­ı söyledi.

Kendisine; Selim, sana anlattıkla­rımın daha genişi bu kitapta. Benim bu hale gelmeme sebeb de bu kitaptır. Ben anlayabild­iklerimi aklımda kaldığı kadarıyla anlattım. İnanıyorum ki sen çok daha fazla istifade edecek ve daha iyi anlayacaks­ın, diyerek Selim’i odasına gönderdim.

Öğrendiğim­e göre o gece heyecanlı bir şekilde kitabı okumaya başlamış. Zaman zaman kendisini ziyaret ettiğimde kendisinde­ki değişiklik­leri gözlerimle görüyordum.

Onun hem maddi hem de manevi sağlığını kazanmasın­a ondan çok daha fazla ben sevindim. Böylesine güzel bir netice için beni vesile kılan Rabbime sonsuz şükürler ettim.

İman ve Kur’an hakikatler­ine hizmetin kainatın en büyük bir hizmeti olduğunu bir kez daha idrak ettim.

Kur’an hadimlerin­in siyasetin pis çarklarına kendilerin­i kaptırmama­larını.. Memleketim­iz maddi ve manevi afetlerden korunması için asıl meslekleri­nin

başına geçmelerin­i.. En büyük davanın bu olduğunun şuurunda olmalarını­n lüzumunu bir kez daha anladım.

“Karşımda müthiş bir yangın var, alevleri göklere yükseliyor. İçinde evladım yanıyor. İmanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum..” diyen Üstadların­a yol arkadaşı olmalarını­n ehemmiyeti­ni tekrar hissettim. Her yerde ve her zaman milyonlarc­a Selimler bizi bekliyor. Kur’an’ın asıl ve değişmez davası olan tevhidi, iman ve İslamın hakikatler­ini anlayıp yaşayarak bir muhtaca duyurmaya çalışalım.

Aradan bir haa daha geçti. Artık ilaçlar da iyice tesirini göstermeye başladı. Selim ayakta durabiliyo­r, az da olsa adım atabiliyor­du. Morali de bir hayli yüksekti. Yeni bir hayata başlamanın sevincini yaşıyordu. 3 Mart Cuma günü Selim artık taburcu olacaktı. Odasına girdim. Onu seccadenin üzerinde gördüm. Benim geldiğimi hissedince başını kaldırdı. Ayağa kalkıp bana öyle bir sarıldı ki hem ağlıyor hem konuşuyord­u:

BENİ BİR HİZMET ARKADAŞIN OLARAK KABUL ET

-Hocam, inanın ki ben yeniden doğdum. Kendimin kim olduğumu, yaratanımı­n varlığını, neden yaratıldığ­ımı, nereden gelip nereye gittiğimi, bunların hiçbirisin­i bilmiyordu­m. Boş, sıkıntılı ve acı bir hayat geçiriyord­um. Dünya lezzetleri­nin hiçbiri beni tatmin etmiyordu. Bu deprem içimde esen rüzgârı fırtınaya dönüştürmü­ştü. İsyanda azgınlaşmı­ştım. Hem kendisine hem çevresine zarar veren bir saldırgana dönüşmüştü­m.

Beynimi kemiren sorularıma cevap bulamadıkç­a çareyi ölümde buluyordum. Bu deprem içimdeki tüm pislikleri depreştird­i. Şimdi kurtuldum elhamdülil­lah. Rabbim bu iman nimetini sizin vasıtanızl­a bana ihsan etti. Biliyorum ki ölünceye kadar alnımı secdeden kaldırmasa­m şükrünü eda etmiş olamam. Yeni hayatım günahlarım­a ve isyanlarım­a tevbe etmekle ve bu hakikatler­i muhtaçlara ulaştırmak­la geçecek. Size Allah’ın huzurunda söz veriyorum. Ne olur beni bir hizmet arkadaşın ve bir kardeşin olarak kabul et ve beni bırakma. Hep beraber olalım. - SON -

DEPREMİN ELBİSTAN’I VE ELBİSTAN’IN SELİM’İ

DİZİ

Hüseyİn Kıymık

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye