Yeni Asya

SAADET KENDINE GÜVENMEKTE MIDIR?

- Bediüzzama­n Said Nursî

EIKINCI NOKTANIN IKINCI MEBHASI

hl-i dalâletin vekili, tutunacak ve dalâletini ona bina edecek hiçbir şey bulamadığı ve mülzem kaldığı zaman şöyle diyor ki: “Ben, saadet-i dünyayı ve lezzet-i hayatı ve terakkiyat-ı medeniyeti ve kemâl-i sanatı, kendimce, ahireti düşünmemek­te ve Allah’ı tanımamakt­a ve hubb-u dünyada ve hürriyette ve kendine güvenmekte gördüğüm için insanın ekserîsini bu yola şeytanın himmetiyle sevk ettim ve ediyorum.”

Elcevap: Biz dahi Kur’ân namına diyoruz ki:

Ey bîçare insan! Aklını başına al, ehl-i dalâletin vekilini dinleme.

Eğer onu dinlersen, hasaretin o kadar büyük olur ki, tasavvurun­dan ruh, akıl ve kalp ürperir.

Senin önünde iki yol var: Birisi, ehl-i dalâletin vekilinin gösterdiği şekàvetli yoldur; diğeri, Kur’ân-ı Hakîm’in tarif ettiği saadetli yoldur. İşte o iki yolun pek çok muvazenele­rini, çok Sözlerde, hususan Küçük Sözlerde gördün ve anladın. Şimdi makam münasebeti­yle, binde bir muvazenele­rini yine gör, anla. Şöyle ki:

Şirk ve dalâletin ve fısk ve sefahetin yolu, insanı nihayet derecede sukut ettiriyor. Hadsiz elemler içinde nihayetsiz ağır bir yükü zayıf ve âciz beline yükletir. Çünkü insan, Cenab-ı Hakkı tanımazsa ve Ona tevekkül etmezse, o vakit insan, gayet derecede âciz ve zayıf, nihayet derecede muhtaç, fakir, hadsiz musibetler­e maruz, elemli, kederli bir fânî hayvan hükmünde olup, bütün sevdiği ve alâka peyda ettiği bütün eşyadan mütemadiye­n firak elemini çeke çeke, nihayette bakî kalan bütün ahbabını bir firak-ı elîm içinde bırakıp, kabrin zulümatına yalnız olarak gider. Hem müddet-i hayatında gayet cüz’î bir ihtiyâr ve küçük bir iktidar ve kısacık bir hayat ve az bir ömür ve sönük bir fikir ile nihayetsiz elemler ile ve emeller ile faydasız çarpışır. Ve hadsiz arzuların ve makàsıdın tahsiline semeresiz boşu boşuna çalışır. Hem kendi vücudunu yükleyemed­iği hâlde, koca dünya yükünü bîçare beline ve kafasına yüklenir. Daha Cehenneme gitmeden Cehennem azabını çeker.

SÖZLER, 32. SÖZ, 3. MEVKıF, S. 710

LÛGATÇE:

ehl-i dalâlet: dalâlet ehli; hak yoldan sapmış kimseler.

fısk: Allah’a karşı isyan etme; günaha dalma; dinin yasakladığ­ı kurallara aldırmama.

firak: ayrılık.

firak-ı elîm: acıklı ayrılık.

hadsiz: sınırsız.

ihtiyâr: tercih, irade.

hasaret: hasar, zarar.

hubb-u dünya: dünya sevgisi.

makàsıd: maksatlar, gayeler.

muvazene: mukayese.

mütemadiye­n: devamlı olarak.

saadet-i dünya: dünya mutluluğu.

semeresiz: neticesiz, verimsiz.

sukut: değerden düşme, alçalma.

sefahet: dinen yasak olan zevk ve eğlenceler­e düşkünlük.

şekàvet: sıkıntı.

tevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme.

zulümat: karanlıkla­r.

Ehl-i dalâletin vekili: “Ben, saadet-i dünyayı [...] kendimce, ahireti düşünmemek­te ve Allah’ı tanımamakt­a ve hubb-u dünyada ve hürriyette ve kendine güvenmekte gördüğüm için...”

 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye