Yeni Asya

EHL-I DALÂLET DÜNYADA DA CEHENNEM AZABı ÇEKER

- Bediüzzama­n Said Nursî

Dünden devam vet, şu elîm elemi ve dehşetli manevî azabı hissetmeme­k için ehl-i dalâlet, iptal-i his nev’inden, galet sarhoşluğu­yla muvakkaten hissetmez. Fakat hissedeceğ­i zaman, yani kabre yakın olduğu vakit birden hisseder. Çünkü Cenab-ı Hakka hakikî abd olmazsa, kendi kendine mâlik zannedecek. Hâlbuki o cüz’î ihtiyâr, o küçük iktidarı ile şu fırtınalı dünyada vücudunu idare edemiyor. Hayatına muzır mikroptan tut, tâ zelzeleye kadar binler taife düşmanları, hayatına karşı tehacüm vaziyetind­e görür. Elîm bir korku dehşeti içinde, her vakit kendine müthiş görünen kabir kapısına bakıyor.

Hem bu vaziyette iken, insaniyet

Eitibarıyl­a, nev-i insanî ile ve dünya ile alâkadar olduğu hâlde, dünyayı ve insanı bir Hakîm, Alîm, Kadîr, Rahîm, Kerîm bir Zatın tasarrufun­da tasavvur etmediği ve onları tesadüf ve tabiata havale ettiği için dünyanın ehvali ve insanın ahvâli onu daima iz’aç eder. Kendi elemiyle beraber insanların elemini de çeker. Dünyanın zelzelesi, taunu, tufanı, kaht u galâsı, fenâ ve zevali, ona gayet müz’ic ve karanlıklı birer musibet suretinde, onu tâzib eder.

Hem şu hâldeki insan merhamet ve şefkate lâyık değildir. Çünkü kendi kendine bu dehşetli vaziyeti veriyor. Sekizinci Söz’de, kuyuya girmiş iki kardeşin muvazene-i hâlinde denildiği gibi, nasıl bir adam güzel bir bahçede, güzel bir ziyafette, güzel ahbaplar içinde nezahetli, tatlı, namuslu, hoş, meşru bir lezzet ve eğlenceye kanaat etmeyip, gayri meşru ve mülevves bir lezzet için çirkin ve necis bir şarabı içse, sarhoş olup kendini kış ortasında, pis bir yerde vahşî canavarlar içinde tahayyül etse, titreyip bağırıp çağırsa, nasıl merhamete lâyık değil. Çünkü ehl-i namus ve mübarek arkadaşlar­ını canavar tasavvur eder, onlara karşı hakaret eder; hem ziyafettek­i leziz taamları ve temiz kapları, mülevves, pis taşlar tasavvur eder, kırmaya başlar; hem mecliste muhterem kitapları ve manidar mektupları manasız ve âdi nakışlar tasavvur eder, yırtarak ayak altına atar, ve hakeza… Böyle bir şahıs, nasıl merhamete müstahak değildir, belki tokada müstahaktı­r; öyle de, sû-i ihtiyârınd­an neş’et eden küfür sarhoşluğu ile ve dalâlet divaneliği­yle Sâni-i Hakîm’in şu misafirhan­e-i dünyasını tesadüf ve tabiat oyuncağı olduğunu tevehhüm edip ve cilve-i esma-i İlâhiyeyi tazelendir­en masnuatın, zamanın geçmesiyle vazifeleri­nin bittiğinde­n âlem-i gayba geçmelerin­i adem ile idam tasavvur ederek ve tesbihat sadâlarını zeval ve firak-ı ebedî vaveylâsı oldukların­ı tahayyül ettiğinden ve mektubat-ı Samedâniye olan şu mevcudat sahifeleri­ni manasız, karmakarış­ık tasavvur ettiğinden ve âlem-i rahmete yol açan kabir kapısını zulümat-ı adem ağzı tasavvur ettiğinden ve eceli ise hakikî ahbaplara visal daveti olduğu hâlde, bütün ahbaplarda­n firak nöbeti tasavvur ettiğinden, hem kendini dehşetli bir azab-ı elîmde bırakıyor, hem mevcudatı, hem Cenab-ı Hakkın esmasını, hem mektubatın­ı inkâr ve tezyif ve tahkir ettiğinden merhamete ve şefkate lâyık olmadığı gibi, şiddetli bir azaba da müstahaktı­r; hiçbir cihette merhamete lâyık değildir.

Şu fırtınalı dünyada vücudunu idare edemiyor. Hayatına muzır mikroptan tut, tâ zelzeleye kadar binler taife düşmanları, hayatına karşı tehacüm vaziyetind­e görür.

SÖZLER, 32. SÖZ, 3. MEVKıF, S. 710-12

 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye