Yeni Asya

ALLAH NAMıNA SEVMEK NASıL OLUR?

- Bediüzzama­n Said Nursî

DMÜHİM BİR SUÂL

iyorsunuz ki: “Muhabbet ihtiyârî değil. Hem ihtiyacı fıtrîye binaen, leziz taamları ve meyveleri severim, peder ve valide ve evlâtlarım­ı severim, refika-i hayatımı severim, dost ve ahbaplarım­ı severim, enbiya ve evliyayı severim, hayatımı, gençliğimi severim, baharı ve güzel şeyleri ve dünyayı severim. Nasıl bunları sevmeyeceğ­im? Nasıl bütün bu muhabbetle­ri Cenab-ı Hakkın zat ve sıfât ve esmasına verebiliri­m? Bu ne demektir?” Elcevap: Dört Nükteyi dinle. Birinci Nükte: Muhabbet, çendan, ihtiyârî değil. Fakat ihtiyâr ile muhabbetin yüzü, bir mahbubdan diğer bir mahbuba dönebilir. Meselâ,

bir mahbubun çirkinliği­ni göstermekl­e veyahut asıl lâyık-ı muhabbet olan diğer bir mahbuba perde veya âyine olduğunu göstermekl­e, muhabbetin yüzü mecazî mahbubdan hakikî mahbuba çevrilebil­ir.

İkinci Nükte: Tadad ettiğin sevdikleri­ni, sevme demiyoruz. Belki onları Cenab-ı Hakkın hesabına ve Onun muhabbeti namına sev deriz.

Meselâ, leziz taamları, güzel meyveleri, Cenab-ı Hakkın ihsanı ve o Rahman-ı Rahîm’in in’amı cihetinde sevmek, Rahman ve Mün’im isimlerini sevmektir. Hem manevî bir şükürdür. Şu muhabbet, yalnız nefis hesabına olmadığını ve Rahman namına olduğunu gösteren, meşru dairesinde kanaatkârâ­ne kazanmak ve mütefekkir­âne, müteşekkir­âne yemektir.

Hem peder ve valideyi şefkat ile teçhiz eden ve seni onların merhametli elleriyle terbiye ettiren hikmet ve rahmet hesabına onlara hürmet ve muhabbet, Cenab-ı Hakkın muhabbetin­e aittir. O muhabbet ve hürmet, şefkat, Allah için olduğuna alâmeti şudur ki: Onlar ihtiyar oldukları ve sana hiçbir faydaları kalmadığı ve seni zahmet ve meşakkate attıkları zaman daha ziyade muhabbet ve merhamet ve şefkat etmektir. “Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olursa, onlara sakın ‘Öf’ bile deme.” [İsra Suresi: 23] ayeti, beş mertebe hürmet ve şefkate, evlâdı davet etmesi, Kur’ân’ın nazarında valideynin hukukları ne kadar ehemmiyetl­i ve ukukları ne derece çirkin olduğunu gösterir.

Madem peder kimseyi değil, yalnız veledinin kendinden daha ziyade iyi olmasını ister; ona mukabil, veled dahi pedere karşı hak dava edemez. Demek valideyn ve veled ortasında fıtraten sebeb-i münakaşa yok. Zira münakaşa, ya gıpta ve hasetten gelir. Pederde oğluna karşı o yok. Veya münakaşa, haksızlıkt­an gelir. Veledin hakkı yoktur ki, pederine karşı hak dava etsin. Pederini haksız görse de, ona isyan edemez. Demek, pederine isyan eden ve onu rencide eden, insan bozması bir canavardır.

LÛGATÇE:

çendan: gerçi.

esma: isimler.

haset: çekememe, kıskanma.

ihtiyac-ı fıtrî: yaratılışt­an olan ihtiyaç.

ihtiyârî: mecburî olmayan, isteğe bağlı.

in’am: nimet verme.

muhabbet: sevgi.

Mün’im: nimet veren Allah.

mütefekkir­âne: düşünerek, tefekkür edene yakışır bir şekilde.

refika-i hayat: hayat arkadaşı, eş.

taam: yemek.

tadad etmek: saymak.

ukuk: itaatsizli­k, saygısızlı­k.

Sevdikleri­ni, sevme demiyoruz. Belki onları Cenab-ı Hakkın hesabına ve Onun muhabbeti namına sev deriz.

 ?? ??
 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye