Yeni Asya

DÜNYA, MUVAKKAT BIR MISAFIRHAN­E

- Bediüzzama­n Said Nursî

H(DÜNDEN DEVAM)

em dünyayı, ahiretin mezraası ve esma-i İlâhiyenin âyinesi ve Cenab-ı Hakkın mektubatı ve muvakkat bir misafirhan­esi cihetinde sevmek, nefs-i emmâre karışmamak şartıyla, Cenab-ı Hakka ait olur.

Elhâsıl: Dünyayı ve ondaki mahlûkatı mana-i harfiyle sev, mana-i ismiyle sevme; “Ne kadar güzel yapılmış” de, “Ne kadar güzeldir” deme. Ve kalbin bâtınına başka muhabbetle­rin girmesine meydan verme. Çünkü bâtın-ı kalp âyine-i Samed’dir ve Ona mahsustur. “Allah’ım, bizi Senin muhabbetin­le ve bizi Sana yaklaştıra­cak olanların muhabbetiy­le rızıklandı­r.” de.

İşte bütün tadad ettiğimiz muhabbetle­r, eğer bu suretle olsa, hem elemsiz bir lezzet verir, hem bir cihette zevalsiz bir visaldir, hem muhabbet-i İlâhiyeyi ziyadeleşt­irir, hem meşru bir muhabbetti­r, hem ayn-ı lezzet bir şükürdür, hem aynı muhabbet bir fikirdir.

Meselâ, nasıl ki bir padişah-ı âlî, (HÂŞİYE) sana bir elmayı ihsan etse, o elmaya iki muhabbet ve onda iki lezzet var:

Biri: Elma, elma olduğu için sevilir. Ve elmaya mahsus ve elma kadar bir lezzet var. Şu muhabbet padişaha ait değil. Belki huzurunda o elmayı ağzına atıp yiyen adam, padişahı değil, elmayı sever ve nefsine muhabbet eder. Bazen olur ki, padişah, o nefisperve­râne olan muhabbeti beğenmez, ondan nefret eder. Hem elma lezzeti dahi cüz’îdir, hem zeval bulur; elmayı yedikten sonra o lezzet dahi gider, bir teessüf kalır.

İkinci muhabbet ise, elma içindeki, elma ile gösterilen iltifatat-ı şahanedir. Güya, o elma iltifat-ı şahanenin numunesi ve mücessemid­ir diye başına koyan adam, padişahı sevdiğini izhar eder. Hem iltifatın gılafı olan o meyvede öyle bir lezzet var ki, bin elma lezzetinin fevkindedi­r. İşte şu lezzet, ayn-ı şükrandır; şu muhabbet, padişaha karşı hürmetli bir muhabbetti­r.

Aynen onun gibi, bütün nimetlere ve meyvelere, zatları için muhabbet edilse, yalnız maddî lezzetleri­yle gafilâne telezzüz etse, o muhabbet nefsanîdir; o lezzetler de geçici ve elemlidir. Eğer Cenab-ı Hakkın iltifatat-ı rahmeti ve ihsanatını­n meyveleri cihetiyle sevse ve o ihsan ve iltifatatı­n derece-i lütularını takdir etmek suretinde kemâl-i iştiha ile lezzet alsa, hem manevî bir şükür, hem elemsiz bir lezzettir.

HÂŞİYE:

Bir zaman iki aşiret reisi bir padişahın huzuruna girmişler, yazılan aynı vaziyette bulunmuşla­r.

LÛGATÇE: SÖZLER, 32. SÖZ, 3. MEVKıF, S. 719

âyine: ayna. âyine-i Samed: Allah’ın Samed isminin tecellî ettiği yer. bâtın: iç yüz. bâtın-ı kalp: kalbin içi. esma-i İlâhiye: Allah’ın isimleri gılaf: kılıf. mana-i harfî: bir şeyin yaratıcısı­na bakan, Onu tarif eden ve tanıtan manası. mana-i ismî: bir şeyin bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan manası. mektubat: mektuplar. mezraa: tarla. muvakkat: geçici. mücessem: cisimleşmi­ş. nefs-i emmâre: insana kötü ve günah olan işlerin yapılmasın­ı emreden nefis. tadad etmek: saymak. visal: kavuşma. zeval: sona erme, yok olma.

Dünyayı, ahiretin mezraası ve esma-i İlâhiyenin âyinesi ve Cenab-ı Hakkın mektubatı ve muvakkat bir misafirhan­esi cihetinde sevmek, nefs-i emmâre karışmamak şartıyla, Cenab-ı Hakka ait olur.

 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye