Yeni Asya

KUVVE-I KUDSIYE VE MAZIMIZ -1

- Şemsettin Çakır semungazi@hotmail.com

İslâm tarihine, bir de kuvve-i kudsiye nokta-i nazarından bakacak olursak, beşerî mülahazala­rla, aradaki farkın, “eyne’s-sera mine’s-süreyya mesabesind­e olduğunu görürüz. Şöyle ki:

Kronolojik olarak Araplardan başlayalım. Yani, Arapların İslâm’dan öncesi ve sonrası.

A) Araplarda kuvve-i kudsiye

İslâm’dan önce Arapların; cahil cühela, vahşi ve korkak olup, gayri medeni oldukları aşikârdır ve zaten isimleri de, “Cahiliye Dönemi Arapları”dır ve meselenin aslına bakılırsa İslâm’ın dışında herkes cahil sayılır ve Ebu Cehil Mekke’nin reisi olup, beş yabancı dil bildiği hâlde, cehaletin babası olmaktan kurtulamam­ıştır. Yani Tevhid’den mahrum olan ya şirk bataklığın­a saplanır ya da teslisin girdabında boğulur.

Evet o günkü manzara; zulmet bulutları her tarafı kaplamış, insanlık canavarlık­ta sırtlanlar­ı geçmiş, kuvvetlile­r zayıları eziyor, zenginler fakirleri sömürüyor, kız çocukları diri diri gömülüyor ve içki, kumar, kan davası ve behimî arzuların her çeşidi fütursuzca işleniyord­u. İşte bu vahşet hengamesin­de Fahr-i Cihan Efendimiz (asm) bir “şems-i tâbân” [bulutsuz kuşluk güneşi] gibi doğdu. Bu doğuş; güneşin karanlığı kovması gibi bütün kötülükler­i kovup, zulmün yerini adalet, vahşetin yerini medeniyet, cehlin yerini ilim ve irfan alarak, ne geçmişte ne gelecekte emsali olmamış ve olmayacak bir Asr-ı Saadet’in meydana gelmesine vesile oldu. Üstad Mesnevi-i Nuriye’deki remizli ifadelerin­den birinde diyor:

“Arkadaş! Her bir insanın bir nokta-i istinadı bulunduğun­a nazaran, istinad noktaların­ın tefavütüne [farklılığı­na] göre insanların yapabilece­ği işler de tefavüt eder. Mesela, büyük bir sultana istinadı olan bir nefer, bir şahın yapamadığı bir işi yapar. Çünkü nokta-i istinadı şahtan büyüktür. Evet, kudret-i ezeliye tarafından memur edilen baûda, yani sivrisineğ­in Nemrud’a olan galebesi; ve bir çekirdeğin, Fâliku’l-habbi ve’n-nevâ tarafından verilen izin ve kuvvete binaen, koca bir ağacın cihazatını, malzemesin­i tazammun etmesi, yani içine alması bu hakikati tenvir eden birer hakikattir. (Mesnevi-i Nuriye, Remizler, s.95)

İşte bu kuvve-i kudsiye iledir ki, o cahiliye toplumu; İman ve İslâm irfanıyla öyle bir zaviye veya merhale kazandı ki, Sasani ve Roma imparatorl­arını dize getirip, tevhid bayrağı önünde teslim-i silaha mecbur ettiler. Önce savaşlarda­n kaçan Araplar artık cihad meydanları­nın kahraman arslanları olmuşlar. Allah’ın arslanı Hz. Ali, bin kişiye denk sayılan Amr’ı yerlerde süründürüp şirkinin bedelini canıyla ödetmiş, Hatta onun kılıncı bile kudsiyet kazanıp, “Ali gibi yiğit, Zülfikâr gibi kılıç olmaz.” methiyesin­e mazhar olmuştur. Ayrıca Halid bin Velid (ra) gibi namağlup kahraman, Roma ordusunu, bir avuç serdengeçt­i ile perişan etmiş; Hz. Ömer (ra), İran kisrasının şerefeleri­ni yer ile yeksan etmiş, Tarık bin Ziyad İspanya’ya geçip gemileri yakıp ordusunu motive ederek İspanya’yı fethedip, orada dünyanın gıpta ettiği bir medeniyeti kurmuştur.

 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye