İTHAL EDILEN (ME)DENÎ KANUNLAR
İnsanın yüzünde utanma duygusu kalmayınca, yalan-yanlış şeyleri çok rahat bir şekilde yazıp-söyleyip yutturmaya çalışır. Aynen, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki ithal malı yutturmacalar gibi.
Siz şu yüzsüzlüğe, şu katıksız yalancılığa bakın ki, adamlar tutmuş “İsviçre Medenî Kanunu” paketini olduğu gibi Türkçeye tercüme edip 1926’da bunu “Türk Medenî Kanunu” diye nesillere yutturmaya çalışmışlar.
O tâlihsiz devirde, mert bir adam çıkıp da “Yahu, bu kanunların neresi Türktür, neresinin Türklükle bir alâksı var?” dememiş, yahut diyememiştir.
*
Araştırdığımız kadarıyla, o zamanki “Avrupaperest ecnebi kuklası”na karşı pervâsızca konuşan, yazan, eser telif eden bir tek Bediüzzaman Said Nursî var. Mücadele meydanında başka da kimse görünmüyor.
Said Nursî, o dönemin “Avrupa meftunları”na karşı sözünü hiç esirgemiyor. “29. Mektub’un Es’île-i Sitte” bölümde, istikbâl nesline karşı tarihe bir dilekçe, bir arzuhâl mahiyetinde şu notu düşeer: “İstikbâlde gelecek nefret ve tahkirden sakınmak için, şu mahrem zeyil yazılmıştır. Yani, ‘Tuh o asrın gayretsiz adamlarına!’ denildiği zaman, yüzümüze tükürükleri gelmemek için veyahut silmek için yazılmıştır. Avrupa’nın insaniyetperver maskesi altında vahşî reislerinin sağır kulakları çınlasın! Ve bu asırda, yüz bin cihette ‘Yaşasın Cehennem’ dedirten mim’siz medeniyetperestlerin başlarına vurulmak için yazılmış bir arzıhâldir.”
NOT: Bu iktibasta geçen “mim’siz medeniyet” tâbirine bilhassa dikkat çekmek istiyoruz. Yazının başlığındaki yarı parantezli “(me)denî” kelimesinin, işte bu tâbirle doğrudan bir bağlantısı var. “Medeniyet”in ne demek olduğunu hemen herkes biliyor. Tâbirin başındaki “me”, yani “mim” harfi düştüğünde, geriye “deni” yahut “deniyet” kalıyor ki, bu da geri, alçak, aşağı mânasına gelmiş oluyor.
*
Şimdi gelelim “günün tarihi” ile ilgili meselenin teknik detaylarına.
Yüzünü Avrupa’ya dönen yeni Türkiye’nin yöneticileri, Batılı ülkelerin sosyal, kültür, hatta kıyafetleri gibi, kanunlarını da ithal etmeye karar verdiler.
Bu maksatla, güya “Türk Medeni Kanunu” tasarısını hazırlamak için mebus, öğretim üyesi, hakim, savcı ve avukatlardan müteşekkil 26 kişilik bir komisyon kuruldu. Komisyon, mevcutlar arasında en çok beğendiği İsviçre Medeni Kanununu tercüme ettirdi.
İşte, adına “Türk Medeni Kanunu” denilen bu ecnebi kanunlar manzumesi, Adalet Komisyonundan hızla geçirilerek Meclis’in onayına sunuldu. 17 Şubat 1926′da Meclis’te kabul edilerek tatbik sahasına konuldu.
*
Bu safhadan sonraki gelişmeler kısaca şöyle:
Meclis’in onayında sonra, 4 Nisan 1926 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan yeni Medenî Kànun, 6 ay sonra, yani 4 Ekim 1926’da uygulamaya konuldu.
O tarihte Adalet Bakanı olan Mahmut Esat Bozkurt, başlattıkları hukuk sisteminin yenilenmesi zaruretini şu sözlerle açıklıyordu: “Türk ihtilâlinin kararı, Batı medenîyetini kayıtsız şartsız şekilde kendisine mal etmek, benimsemektir. Bu karar, o kadar kesin bir azme dayanmaktadır ki, önüne çıkacak olanlar, demirle, ateşle yok edilmeye mahkûmdur. Bu prensip bakımından, kànunlarımızı olduğu gibi Batıdan almak zorundayız.”
İşte, bu anlayışın hakim olduğu bir devirde, ecnebi kanunları bir bir kabul edilmeye başlandı. Aile hukuku, ticaret hukuku, ceza hukuku, vesaire…
*
Osmanlı Devleti’nin son döneminde (1870’li yıllar), İslâm hukukuna dayalı olarak ilmî bir heyet tarafından hazırlanan ve yekûn 1851 maddeden müteşekkil “medenî kànunlar mecmuası” Mecelle, böylelikle tarihin tozlu ralarına kaldırılmış oldu.
Ciltlenmiş kànunlar mecmuası anlamına gelen ve asıl ismi Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye olan Osmanlı medenî hukuk kitabı Mecelle, aslında halen canlıdır ve hayattârdır.
Zira, ondaki hükümler, İslâm hukukundan ve kâinattaki İlâhî nizamdan alınmadır. Dolayısıyla, tazeliğini aynen koruyor.