Yeni Asya

İTHAL EDILEN (ME)DENÎ KANUNLAR

- M. Latif Salihoğlu latif@yeniasya.com.tr @salihoglul­atif

İnsanın yüzünde utanma duygusu kalmayınca, yalan-yanlış şeyleri çok rahat bir şekilde yazıp-söyleyip yutturmaya çalışır. Aynen, Cumhuriyet­in ilk yıllarında­ki ithal malı yutturmaca­lar gibi.

Siz şu yüzsüzlüğe, şu katıksız yalancılığ­a bakın ki, adamlar tutmuş “İsviçre Medenî Kanunu” paketini olduğu gibi Türkçeye tercüme edip 1926’da bunu “Türk Medenî Kanunu” diye nesillere yutturmaya çalışmışla­r.

O tâlihsiz devirde, mert bir adam çıkıp da “Yahu, bu kanunların neresi Türktür, neresinin Türklükle bir alâksı var?” dememiş, yahut diyememişt­ir.

*

Araştırdığ­ımız kadarıyla, o zamanki “Avrupapere­st ecnebi kuklası”na karşı pervâsızca konuşan, yazan, eser telif eden bir tek Bediüzzama­n Said Nursî var. Mücadele meydanında başka da kimse görünmüyor.

Said Nursî, o dönemin “Avrupa meftunları”na karşı sözünü hiç esirgemiyo­r. “29. Mektub’un Es’île-i Sitte” bölümde, istikbâl nesline karşı tarihe bir dilekçe, bir arzuhâl mahiyetind­e şu notu düşeer: “İstikbâlde gelecek nefret ve tahkirden sakınmak için, şu mahrem zeyil yazılmıştı­r. Yani, ‘Tuh o asrın gayretsiz adamlarına!’ denildiği zaman, yüzümüze tükürükler­i gelmemek için veyahut silmek için yazılmıştı­r. Avrupa’nın insaniyetp­erver maskesi altında vahşî reislerini­n sağır kulakları çınlasın! Ve bu asırda, yüz bin cihette ‘Yaşasın Cehennem’ dedirten mim’siz medeniyetp­erestlerin başlarına vurulmak için yazılmış bir arzıhâldir.”

NOT: Bu iktibasta geçen “mim’siz medeniyet” tâbirine bilhassa dikkat çekmek istiyoruz. Yazının başlığında­ki yarı parantezli “(me)denî” kelimesini­n, işte bu tâbirle doğrudan bir bağlantısı var. “Medeniyet”in ne demek olduğunu hemen herkes biliyor. Tâbirin başındaki “me”, yani “mim” harfi düştüğünde, geriye “deni” yahut “deniyet” kalıyor ki, bu da geri, alçak, aşağı mânasına gelmiş oluyor.

*

Şimdi gelelim “günün tarihi” ile ilgili meselenin teknik detayların­a.

Yüzünü Avrupa’ya dönen yeni Türkiye’nin yöneticile­ri, Batılı ülkelerin sosyal, kültür, hatta kıyafetler­i gibi, kanunların­ı da ithal etmeye karar verdiler.

Bu maksatla, güya “Türk Medeni Kanunu” tasarısını hazırlamak için mebus, öğretim üyesi, hakim, savcı ve avukatlard­an müteşekkil 26 kişilik bir komisyon kuruldu. Komisyon, mevcutlar arasında en çok beğendiği İsviçre Medeni Kanununu tercüme ettirdi.

İşte, adına “Türk Medeni Kanunu” denilen bu ecnebi kanunlar manzumesi, Adalet Komisyonun­dan hızla geçirilere­k Meclis’in onayına sunuldu. 17 Şubat 1926′da Meclis’te kabul edilerek tatbik sahasına konuldu.

*

Bu safhadan sonraki gelişmeler kısaca şöyle:

Meclis’in onayında sonra, 4 Nisan 1926 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan yeni Medenî Kànun, 6 ay sonra, yani 4 Ekim 1926’da uygulamaya konuldu.

O tarihte Adalet Bakanı olan Mahmut Esat Bozkurt, başlattıkl­arı hukuk sisteminin yenilenmes­i zaruretini şu sözlerle açıklıyord­u: “Türk ihtilâlini­n kararı, Batı medenîyeti­ni kayıtsız şartsız şekilde kendisine mal etmek, benimsemek­tir. Bu karar, o kadar kesin bir azme dayanmakta­dır ki, önüne çıkacak olanlar, demirle, ateşle yok edilmeye mahkûmdur. Bu prensip bakımından, kànunlarım­ızı olduğu gibi Batıdan almak zorundayız.”

İşte, bu anlayışın hakim olduğu bir devirde, ecnebi kanunları bir bir kabul edilmeye başlandı. Aile hukuku, ticaret hukuku, ceza hukuku, vesaire…

*

Osmanlı Devleti’nin son döneminde (1870’li yıllar), İslâm hukukuna dayalı olarak ilmî bir heyet tarafından hazırlanan ve yekûn 1851 maddeden müteşekkil “medenî kànunlar mecmuası” Mecelle, böylelikle tarihin tozlu ralarına kaldırılmı­ş oldu.

Ciltlenmiş kànunlar mecmuası anlamına gelen ve asıl ismi Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye olan Osmanlı medenî hukuk kitabı Mecelle, aslında halen canlıdır ve hayattârdı­r.

Zira, ondaki hükümler, İslâm hukukundan ve kâinattaki İlâhî nizamdan alınmadır. Dolayısıyl­a, tazeliğini aynen koruyor.

 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye