İNSAN ESMA-I İLÂHIYEYE FıTRATEN MUHTAÇTıR
Dünden devam çüncü Nükte: Cenab-ı Hakkın esmasına karşı olan muhabbetin tabakàtı var. Sâbıkan beyan ettiğimiz gibi, bazen âsâra muhabbet suretiyle esmayı sever. Bazen, esmayı kemâlât-ı İlâhiyenin ünvanları olduğu cihetle sever. Bazen, insan, câmiiyet-i mahiyet cihetiyle hadsiz ihtiyâcât noktasında esmaya muhtaç ve müştak olur ve o ihtiyaçla sever. Meselâ, sen bütün şefkat ettiğin akraba ve fukara ve zayıf ve muhtaç mahlûkata karşı âcizâne istimdad ihtiyacını hissettiğin hâlde biri çıksa, istediğin gibi onlara iyilik etse, o zatın in’am edici ünvanı ve kerîm ismi ne kadar senin hoşuna gider, ne kadar o zatı o ünvan ile seversin. Öyle de, yalnız Cenab-ı Hakkın Rahman ve Rahîm isimlerini
Üdüşün ki, sen sevdiğin ve şefkat ettiğin bütün mü’min âbâ ve ecdadını ve akraba ve ahbabını dünyada nimetlerin envâıyla ve Cennette envâı lezâiz ile ve saadet-i ebediyede onları sana gösterip ve kendini onlara göstermesiyle mes’ud ettiği cihette, o Rahman ismi ve Rahîm ünvanı ne kadar sevilmeye lâyıktırlar ve ne derece o iki isme ruh-u beşer muhtaç olduğunu kıyas edebilirsin. Ve ne derece“elhamdülillahi alâ rahmaniyyetihî ve alâ rahîmiyyetihî” [Bütün mahlûkatına dünya ve ahirette şefkat ve merhametle ihsanda bulunmasından, onları rızıklandırmasından dolayı Allah’a hamd olsun.] yerindedir, anlarsın.
Hem alâkadar olduğun ve perişaniyetlerinden müteessir olduğun senin bir nevi hanen ve içindeki mevcudat senin o hanenin ünsiyetli levazımatı ve sevimli müzeyyenatı hükmünde olan dünyayı ve içindeki mahlûkatı kemâl-i hikmet ile tanzim ve tedbir ve terbiye eden Zatın Hakîm ismine ve Mürebbî ünvanına, senin ruhun ne kadar muhtaç, ne kadar müştak olduğunu, dikkat etsen anlarsın.
Hem bütün alâkadar olduğun ve zevalleriyle müteellim olduğun insanları, mevtleri hengâmında adem zulümatından kurtarıp şu dünyadan daha güzel bir yerde yerleştiren bir Zatın Vâris, Bâis isimlerine, Bâkî, Kerîm, Muhyî ve Muhsin ünvanlarına, ne kadar ruhun muhtaç olduğunu, dikkat etsen, anlarsın.
İşte insanın mahiyeti ulviye, fıtratı câmia olduğundan, binler envâ-ı hâcât ile bin bir esma-i İlâhiyeye, her bir ismin çok mertebelerine fıtraten muhtaçtır. Muzaaf ihtiyaç, iştiyaktır; muzaaf iştiyak, muhabbettir; muzaaf muhabbet dahi, aşktır. Ruhun tekemmülâtına göre merâtib-i muhabbet, merâtibi esmaya göre inkişaf eder. Bütün esmaya muhabbet dahi –çünkü o esma Zat-ı Zülcelâl’in ünvanları ve cilveleri olduğundan– muhabbet-i Zatiyeye döner.
SÖZLER, 32. SÖZ, 3. MEVKıF, S. 720 LÛGATÇE:
âbâ: babalar, ecdad. adem: yokluk. âsâr: eserler.
Bâis: ölüleri dirilten, Allah. câmia: geniş, kapsamlı. câmiiyet-i mahiyet: mahiyetin kapsamlılığı; bir şeyin özünün pek çok şeyle alâkalı olması. enva: çeşitler. enva-ı hâcât: ihtiyaç türleri, ihtiyaç çeşitliliği. enva-ı lezâiz: lezzetlerin çeşitleri. esma-i İlâhiye: Allah’ın isimleri. fıtrat: yaratılış. in’am: nimet verme. mahiyet: bir şeyin ne olduğu, nitelik. merâtib-i esma: isimlerin mertebe ve dereceleri. mevt: ölüm.
Muhyî: hayat veren, Allah. muzaaf: iki kat, kat kat.
Mürebbî: terbiye eden, besleyip yetiştiren Allah. ulviye: yüksek, yüce. ünsiyetli: alışık olunan, yakınlık hissedilen.
Vâris: bâkî olan, her şeyin kendisine döneceği, vârislerin en hayırlısı Allah. zeval: sona erme, yok olma. zulümat: karanlıklar.
İnsanın mahiyeti ulviye, fıtratı câmia olduğundan, binler envâ-ı hâcât ile bin bir esma-i İlâhiyeye, her bir ismin çok mertebelerine fıtraten muhtaçtır.