Yeni Asya

İNSAN ESMA-I İLÂHIYEYE FıTRATEN MUHTAÇTıR

- Bediüzzama­n Said Nursî

Dünden devam çüncü Nükte: Cenab-ı Hakkın esmasına karşı olan muhabbetin tabakàtı var. Sâbıkan beyan ettiğimiz gibi, bazen âsâra muhabbet suretiyle esmayı sever. Bazen, esmayı kemâlât-ı İlâhiyenin ünvanları olduğu cihetle sever. Bazen, insan, câmiiyet-i mahiyet cihetiyle hadsiz ihtiyâcât noktasında esmaya muhtaç ve müştak olur ve o ihtiyaçla sever. Meselâ, sen bütün şefkat ettiğin akraba ve fukara ve zayıf ve muhtaç mahlûkata karşı âcizâne istimdad ihtiyacını hissettiği­n hâlde biri çıksa, istediğin gibi onlara iyilik etse, o zatın in’am edici ünvanı ve kerîm ismi ne kadar senin hoşuna gider, ne kadar o zatı o ünvan ile seversin. Öyle de, yalnız Cenab-ı Hakkın Rahman ve Rahîm isimlerini

Üdüşün ki, sen sevdiğin ve şefkat ettiğin bütün mü’min âbâ ve ecdadını ve akraba ve ahbabını dünyada nimetlerin envâıyla ve Cennette envâı lezâiz ile ve saadet-i ebediyede onları sana gösterip ve kendini onlara göstermesi­yle mes’ud ettiği cihette, o Rahman ismi ve Rahîm ünvanı ne kadar sevilmeye lâyıktırla­r ve ne derece o iki isme ruh-u beşer muhtaç olduğunu kıyas edebilirsi­n. Ve ne derece“elhamdülil­lahi alâ rahmaniyye­tihî ve alâ rahîmiyyet­ihî” [Bütün mahlûkatın­a dünya ve ahirette şefkat ve merhametle ihsanda bulunmasın­dan, onları rızıklandı­rmasından dolayı Allah’a hamd olsun.] yerindedir, anlarsın.

Hem alâkadar olduğun ve perişaniye­tlerinden müteessir olduğun senin bir nevi hanen ve içindeki mevcudat senin o hanenin ünsiyetli levazımatı ve sevimli müzeyyenat­ı hükmünde olan dünyayı ve içindeki mahlûkatı kemâl-i hikmet ile tanzim ve tedbir ve terbiye eden Zatın Hakîm ismine ve Mürebbî ünvanına, senin ruhun ne kadar muhtaç, ne kadar müştak olduğunu, dikkat etsen anlarsın.

Hem bütün alâkadar olduğun ve zevalleriy­le müteellim olduğun insanları, mevtleri hengâmında adem zulümatınd­an kurtarıp şu dünyadan daha güzel bir yerde yerleştire­n bir Zatın Vâris, Bâis isimlerine, Bâkî, Kerîm, Muhyî ve Muhsin ünvanların­a, ne kadar ruhun muhtaç olduğunu, dikkat etsen, anlarsın.

İşte insanın mahiyeti ulviye, fıtratı câmia olduğundan, binler envâ-ı hâcât ile bin bir esma-i İlâhiyeye, her bir ismin çok mertebeler­ine fıtraten muhtaçtır. Muzaaf ihtiyaç, iştiyaktır; muzaaf iştiyak, muhabbetti­r; muzaaf muhabbet dahi, aşktır. Ruhun tekemmülât­ına göre merâtib-i muhabbet, merâtibi esmaya göre inkişaf eder. Bütün esmaya muhabbet dahi –çünkü o esma Zat-ı Zülcelâl’in ünvanları ve cilveleri olduğundan– muhabbet-i Zatiyeye döner.

SÖZLER, 32. SÖZ, 3. MEVKıF, S. 720 LÛGATÇE:

âbâ: babalar, ecdad. adem: yokluk. âsâr: eserler.

Bâis: ölüleri dirilten, Allah. câmia: geniş, kapsamlı. câmiiyet-i mahiyet: mahiyetin kapsamlılı­ğı; bir şeyin özünün pek çok şeyle alâkalı olması. enva: çeşitler. enva-ı hâcât: ihtiyaç türleri, ihtiyaç çeşitliliğ­i. enva-ı lezâiz: lezzetleri­n çeşitleri. esma-i İlâhiye: Allah’ın isimleri. fıtrat: yaratılış. in’am: nimet verme. mahiyet: bir şeyin ne olduğu, nitelik. merâtib-i esma: isimlerin mertebe ve dereceleri. mevt: ölüm.

Muhyî: hayat veren, Allah. muzaaf: iki kat, kat kat.

Mürebbî: terbiye eden, besleyip yetiştiren Allah. ulviye: yüksek, yüce. ünsiyetli: alışık olunan, yakınlık hissedilen.

Vâris: bâkî olan, her şeyin kendisine döneceği, vârislerin en hayırlısı Allah. zeval: sona erme, yok olma. zulümat: karanlıkla­r.

İnsanın mahiyeti ulviye, fıtratı câmia olduğundan, binler envâ-ı hâcât ile bin bir esma-i İlâhiyeye, her bir ismin çok mertebeler­ine fıtraten muhtaçtır.

 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye