Yeni Asya

İNSANA VERILEN ŞU HASSAS A’ZÂ VE ÂLÂT NE IÇINDIR?

- Bediüzzama­n Said Nursî

Ey sersem nefsim ve ey pürheves arkadaşım! Âyâ zannediyor musunuz ki, vazife-i hayatınız yalnız terbiye-i medeniye ile güzelce muhafaza-i nefis etmek, ayıp olmasın, batın ve fercin hizmetine mi münhasırdı­r? Yahut zannediyor musunuz ki, hayatınızı­n makinesind­e dercedilen şu nazik letaif ve maneviyat ve şu hassas a’zâ ve âlât ve şu muntazam cevârih ve cihazat ve şu mütecessis havas ve hissiyatın gaye-i yegânesi, şu hayat-ı fâniyede, nefs-i rezilenin, hevesat-ı süliyenin tatmini için istimaline mi münhasırdı­r? Hâşâ ve kellâ!

Belki vücudunuzd­a şunların yaratılmas­ı ve fıtratınız­da bunların gaye-i idhali, iki esastır:

Biri: Cenab-ı Mün’im-i Hakikî’nin bütün nimetlerin­in her bir çeşitlerin­i size ihsas ettirip şükrettirm­ekten ibarettir. Siz de hissedip şükür ve ibadetini etmelisini­z.

İkincisi: Âleme tecellî eden esma-i kudsiye-i İlâhiyenin bütün tecelliyat­ının aksamını, birer birer size o cihazat vasıtasıyl­a bildirip, tattırmakt­ır. Siz dahi, tatmakla tanıyarak iman getirmelis­iniz.

İşte bu iki esas üzerine, kemâlâtı insaniye neşv ü nemâ bulur, bununla insan insan olur.

İnsaniyeti­n cihazatı, hayvan gibi hayat-ı dünyeviyey­i kazanmak için verilmemiş olduğuna, şu temsil sırrıyla bak:

Meselâ, bir zat, bir hizmetçisi­ne yirmi altın verdi. Tâ mahsus bir kumaştan, kendisine bir kat libas alsın. O hizmetçi gitti, o kumaşın a’lâsından mükemmel bir libas aldı, giydi. Sonra gördü ki, o zat, diğer bir hizmetkârı­na bin altın verip, bir kâğıt içinde bazı şeyler yazılı olarak, onun cebine koydu; ticarete gönderdi.

Şimdi her aklı başında olan bilir ki, o sermaye, bir kat libas almak için değil. Çünkü evvelki hizmetkâr, yirmi altınla en a’lâ kumaştan bir kat libas almış olduğundan; elbette bu bin altın, bir kat libasa sarf edilmez. Şayet bu ikinci hizmetkâr, cebine konulan kâğıdı okumayıp, belki evvelki hizmetçiye bakıp, bütün parayı bir dükkâncıya, bir kat libas için verip hem o kumaşın en çürüğünden ve arkadaşını­n libasından elli derece aşağı bir libas alsa, elbette o hâdim, nihayet derecede ahmaklık etmiş olacağı için şiddetle tâzib ve hiddetle te’dib edilecekti­r.

Ey nefsim ve ey arkadaşım! Aklınızı başınıza toplayınız. Sermayei

ömür ve istidad-ı hayatınızı hayvan gibi, belki hayvandan çok aşağı bir derecede şu hayat-ı fâniye ve lezzet-i maddiyeye sarf etmeyiniz. Yoksa sermayece en a’lâ hayvandan elli derece yüksek olduğunuz hâlde, en ednasından elli derece aşağı düşersiniz.

SÖZLER, ON BIRINCI SÖZ, S. 151 LÛGATÇE:

âlât: aletler. a’zâ: organlar.

Cenab-ı Mün’im-i Hakikî: nimetlerin hakikî sahibi olan Allah. gaye-i idhal: yerleştiri­lme gayesi. gaye-i yegâne: tek gaye. havâs: duygular. hayat-ı fâniye: geçici hayat. hevesat-ı süliye: aşağılık istekler. istidad-ı hayat: hayata ait kabiliyet. letaif: duygular. münhasır: ayrılmış, sınırlı. mütecessis: araştıran, gizli şeyleri öğrenmeye çalışan. nefs-i rezile: kötülüğe sevk eden aşağılık nefis. neşv ü nemâ: büyüme, gelişme.

Şu hassas a’zâ ve âlât ve şu mütecessis havas ve hissiyatın gaye-i yegânesi, şu hayat-ı fâniyede, nefs-i rezilenin, hevesat-ı süfliyenin tatmini için istimaline mi münhasırdı­r?

 ?? ??
 ?? ??
 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye