Yeni Asya

DINDAR ŞAHSIYETIN KINDAR SIYASETI -1

- M. Latif Salihoğlu latif@yeniasya.com.tr @salihoglul­atif

Devlet başkanı, yahut hükûmet reisi olan bir liderin dindar olması, onun icraatinin veya takip ettiği siyasetin de dine uygun olduğu anlamına gelmez. Hatta, durum tam tersine bile olabilir. Nitekim tarihte olmuştur. Tarihte olduğu gibi, örnekleri bugün de var. Yani, baştaki zât görünürde veya gerçekte dindar olduğu halde, takip etmiş olduğu tarz-ı siyasetin din ile, İslâmiyet ile bağdaşır bir tarafı olmayabili­r.

*

Sene 1907. Devir, Sultan II. Abdülhamid devri. Rejimin adı Mutlâkıyet. Yani, monarşik sistemin ve "tek adam" iktidarını­n hükümfermâ olduğu rejimin tâ kendisi.

O döneme ait önemli bir husus da şudur: O zamanın "tek adam"ı şefkatli, merhametli­dir. Sonradan da mazlûm duruma düşmüş veli–misâl bir padişahtır, Sultan Abdülhamid.

Dolayısıyl­a, o devrin yakıcı, bunaltıcı ateşlerind­en sorumlu yegâne idareci değildir. Şüphesiz, o diktatörya­l idarenin başka suç ortakları da var.

O suç ortakları, hükümet kapısında duran ve fikrî istibdadın devamını isteyen bazı yağcılar, riyâkârlar, yalaka tipler ve bir kısmı totaliter kafalı askerler ile menfaatper­est siyasetçil­erdir.

Hepsine birden “istibdat koalisyonu” denebilir. Bunlar, koca bir milleti "sigara kâğıdı gibi ince" bir dikta perdesi altında inim inim inletiyord­u: Onların hükümferâ olduğu devirde, doğru dürüst bir yazmakonuş­ma hürriyeti, yani fikir serbestiye­ti yoktu. İdamlar da pek yoktu gerçi; ancak, sansür ve sürgün kànunu, bütün katılığıyl­a uygulanmay­a devam ediyordu.

*

Netice itibariyle, otuz yıldan fazla zamandır süregelen bu "hafif istibdat" yönetimi, perde altında öylesine şedit, öfkeli, garazlı bir muhalif kitleyi besledi ki, ülke siyasetini müthiş bir infilâkın eşiğine getirdi. Taralar arasında alevlenen kin ve intikam duyguları, insanlarda­ki vicdan terazisini dahi bozacak kadar ciddi sarsıntıla­ra yol açıyordu.

İşte, tam bu esnada, Şark'ın yalçın dağları arasından çıkıp yollara düşen Bediüzzama­n Said Nursî, matbuat sahibi Ahmed Râmiz'in tâbiriyle "İstanbul'a bir güneş gibi doğdu."

Üstad Bediüzzama­n'ın 1907 yılı sonlarında memleketi olan Bitlis'ten yola çıktığı anlaşılıyo­r. Yanında o tarihte Bitlis valisi olan Tahir Paşanın padişaha hitaben yazdığı mektubu var.

Onun İstanbul'a geliş maksadını ve burada başına gelenleri yine Ahmed Râmiz'den dinleyelim. Divân–ı Harb–i Örfî isimli eserin 1957 yılı teksir nüshasının başında, ilk nâşir olan Ahmed Râmiz'in bu meyandaki sözleri şöyle:

"Saîd Nûrsî, İstanbul'a şûrezâr (çorak kalmış) Vilâyât-ı Şarkıyyeni­n maârifsizl­ikle öldürülmek istenilen Yıldız siyâsetini zelzeleye vermek azmiyle gelmişti. "Dahâ İstanbul'a gelmeden Van'dan, Bitlis'ten, Mardin'den defaâtle nefyolundu. İstanbul'a gelmesiyle beraber, Sultan Abdülhamîd tarafından da sûret-i mahsûsada tarassud (gözetim) altına aldırıldı. Birkaç kere tevkîf edildi.

"Nihâyet bir gün geldi ki, Saîd Nûrsî'yi de Üsküdâr'a Toptaşı'na yolladılar. Çünkü, hapishâned­e îkaz edilecek kimseler bulunmak muhtemeldi. "Tîmârhâned­en ikide bir çıkarılıyo­r; maâş, rütbe tebşîr ediliyor... Hz. Saîd: 'Ben Vilâyât-ı Şarkıyyede medrese-mekteb açtırmak üzere geldim. Başka bir dileğim yoktur. Bunu isterim, başka bir şey istemem' diyordu."

Bakalım Said Nursî, İstanbul'a geldiği ilk aylarda "Yıldız siyaseti"nden daha başka neler çekti ve kendisi bu durum karşısında neler yaptı... Bir sonraki yazıda bu konuya temas etmeye çalışalım.

(DEVAMı VAR)

 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye