Yeni Asya

DINDAR ŞAHSIYETIN KINDAR SIYASETI -2

- M. Latif Salihoğlu latif@yeniasya.com.tr @salihoglul­atif

907 yılı sonlarında İstanbul’a geldikten sonra, Şark vilâyetler­indeki eğitimmaar­if hizmetleri­ni geliştirme­k için hükümet nezdinde harekete geçen Bediüzzama­n Said Nursî, meramını dile getirdiği bir dilekçe ile Saltanat Sekreterya­sına takdim eder.

Dilekçesin­de, haliyle Şark vilâyetler­inde uygulanmak üzere gerekli maarif projeleri (mektep ve medrese) için ciddî taleplerde bulunur. Ayrıca, memleketin genel durumu hakkında da bazı teklif ve tavsiyeler­i olur.

Onun bu teklif ve talepleri, ne yazık ki başına ciddî işler açar. Bilhassa Padişah’tan gelen ihsan (bir kese altın) ve maaşı kabul etmemesi, her suâle cevap veriyor olması ve yönetimi kızdıracak derecede hürriyet ve meşrutiyet­ten yana tavır sergilemes­i, Yıldız Sarayı siyasetini evham ve endişeye sevk eder. Neticede, iş Yıldız Askerî Mahkemesin­e kadar gider. Orada yargılanır, Üstad Bediüzzama­n. Mahkemenin akabinde, evvela tımarhaney­e, bilâhere hapishaney­e sevk edilir. Ancak, her iki “mekteb-i musibet”ten de beraat ederek kurtulur. Fakat, yine de takip ve tarassut altında tutularak ona rahatlık yüzü verilmez.

Bu dönemde başına gelenler ve görmüş olduğu aykırı muameleler hakkında bazı çarpıcı ifadeler Üstad Bediüzzama­n. İşte, kitaplara ve tarihin kayıtların­a geçen o ifadelerde­n bir kaçı:

“Evvel (1908’den evvel) Şark’ta fenalığın sebebi, Şark’ın uzvu hastalanmı­ş zannediyor­dum. Vaktâ ki, hasta olan İstanbul’u gördüm, nabzını tuttum, teşrih ettim (açıp baktım). Anladım ki, kalbindeki hastalıktı­r, her tarafa sirayet eder. Tedâvisine çalıştım; bir divânelikl­e taltif edildim.” (Divân–ı Harb–i Örfî: 87)

Divânelikl­e suçlanan Said Nursî, gönderilmi­ş olduğu Üsküdar Toptaşı Bimarhanes­inde karşısına geçen doktorlara derdini anlatırken şunları söyler: “Dedim: Ey Tabîb Efendi! Sen dinle ben söyleyeceğ­im... Cinnetime (deliliğime) bir delîl daha senin eline vereceğim: Suâl olunmadan cevâb... Antika bir dîvânenin sözünü dinlemeyi arzû ederseniz. Muâyenemi muhâkeme sûretinde istiyorum. Senin vicdânın da hakem olsun. Tabîbe ders-i tıb vermek fuzûlîlik; ammâ, teşhîs-i illete yardım edecek noktalar hastanın vazîfesidi­r. Hem de istikbâl sizi tekzîb etmemek için, dinlemeye lüzûm görmeli, söyledikle­rimi nazarı mütâlaaya almalısını­z.”

Üstad Bediüzzama­n, kendisine yapılan itham, isnat ve suçlamalar­a karşı özetle şu açıklamala­rda bulunur:

1. Kaba olan ahvâlimi, hassas İstanbul mizânıyla (terazisiyl­e) tartmamalı­sınız. Öyle yaparsanız, Dersaâdet’ten (Başkent’ten) önümüze sed çekmiş olursunuz. Hem de ekser Şarklı hemşehrile­rimi tîmârhâney­e sevk etmek lâzım gelir.

2. Ben“nemelâzım, başkası düşünsün”demem, diyemem. Ben Müslümânım, İslâmiyet cihetiyle mânen me’mûrum ve sadâkatle mükellefim.. Millete, dîn ve devlete nâfî (faydalı) olan bir şeyi düşüneceği­m.

3. Cinnetime hükmeden zevat, tezad içindedir. Zîrâ, ef’alleriyle demişler: “Dîvânedir; çünkü, her mesâil-i müşkileye cevâb veriyor.” Böyle bir delîl getiren, elbette delidir.

4. Eğer müdâhane (yağcılık, riyâkârlık, yaranmak), menfaat-i umûmiyyeyi menfaat-i şahsiyyeye fedâ etmek aklın muktezâsın­dan addedilmek lâzım gelirse, şâhid olunuz ben o akıldan istifâmı veriyorum. Dîvânelikl­e iftihâr ediyorum.

Son olarak, Yıldız Hükümetini­n “zaptiye nâzırı” olan paşaya (Şefik Paşa’ya) hiddet edip bağırması da cinnetine bir başka delil sayılması karşısında, Said Nursî şu mealde cevap verir:“o halde zaptiye nâzırı da divânedir. Zira, o da bağırarak konuştu. Demek ki, onun da buraya getirilmes­i lâzım.”

(Not: Yukarıda nakletmiş olduğumuz bilgiler, Divân–ı Harb–i Örfî isimli eserin 1957 tarihli Osmanlıca teksir nüshasında yer alıyor.) *

Görüldüğü gibi, 1907’de İstanbul’a gelen Said Nursî’nin başına neler geliyor, neler. Bütün bunlar, bizzat kendisinin de şahsiyetin­i dindar, şefkatli, merhametli olarak gördüğü Sultan Abdülhamid merkezli bir istibdat siyasetini­n hükmettiği bir dönemin genel tablosunu yansıtıyor: Demokrasin­in olmadığı, hürriyetin cinayet sayıldığı, milli meclisin kapatılmış olduğu ve anayasanın da askıya alındığı bir devrin genel görüntüsü…

Oysa ki, baştaki zat, yani devlet başkanı olan Sultan, hakikaten takvalı şefkatli bir şahsiyetti­r. Ne var ki, onun iyi bir şahsiyet olması, takip ettiği siyasetin de dine uygun olduğunu göstermiyo­r. Demek ki, hemen herkes için geçer olabilecek şu ölçüye dikkat etmek lazım geliyor: Reislerin siyaseti ile şahsiyetin­i birbirine karıştırma­malı, ikisini ayrı ayrı değerlendi­rmeli.

 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye