Yeni Asya

ŞABAN VE RAMAZANDA AKıLDAN ZIYADE KALP HISSEDAR

- Bediüzzama­n Said Nursî

Aziz, Sıddık Kardeşim ve Hizmet-i Kur’âniyede Pek Ciddî Bir Arkadaşım! Bu defaki mektubunda, vaktim ve halim müsaade etmediği mühim bir meseleye dair cevap istiyorsun.

Kardeşim, bu sene elhamdülil­lâh, risaleleri yazanlar pek çoğalmış. İkinci tashih bana geliyor. Sabahtan akşama kadar sür’atli bir tarzda meşgul oluyorum; çok mühim işlerim de geri kalıyor. Ve bu vazifeyi daha azîm görüyorum. Hususan Şaban ve Ramazan’da, akıldan ziyade kalp hissedardı­r, ruh hareket eder. Şu mesele-i azîmeyi başka vakte talik edip, ne vakit Cenab-ı Hakkın rahmetinde­n kalbe sünuhat gelse, tedricen size yazılır...

“Kur’ân-ı Hakîm’in

BIRINCI NÜKTE:

esrarı bilinmiyor; müfessirle­r hakikatini anlamamışl­ar” diye beyan olunan fikrin iki yüzü var ve onu diyen iki taifedir.

Ehl-i hak ve ehl-i tetkiktir. Derler ki: “Kur’ân bitmez ve tükenmez bir hazinedir. Her asır, nusus ve muhkematın­ı teslim ve kabul ile beraber, tetimmat kabîlinden, hakaik-ı hafiyesind­en dahi hissesini alır, başkasının gizli kalmış hissesine ilişmez.”

Evet, zaman geçtikçe Kur’ân-ı Hakîm’in daha ziyade hakaikı inkişaf eder demektir. Yoksa –hâşâ ve kellâ– Selef-i Salihînin beyan ettikleri hakaik-ı zâhiriye-i Kur’âniyeye şüphe getirmek değil. Çünkü onlara iman lâzımdır. Onlar nastır, kat’îdir, esastırlar, temeldirle­r. Kur’ân, “Arabiyyün mübîn” [(Kur’ân’ın lisanı) apaçık

BIRINCISI:

Arapçadır. (Nahl Suresi: 103; Şuara Suresi: 195)] fermanıyla manası vâzıh olduğunu bildirir. Baştan başa hitab-ı İlâhî o manalar üzerine döner, takviye eder, bedahet derecesine getirir. O mensus manaları kabul etmemekten –hâşâ sümme hâşâ– Cenab-ı Hakkı tekzip ve Hazret-i Risaletin fehmini tezyif etmek çıkar.

Demek, maânî-i mensûsa, müteselsil­en menba-ı risaletten alınmıştır. Hatta İbni Cerir-i Taberî, bütün maânî-i Kur’ân’ı, muan’an sened ile müteselsil­en menba-ı Risalete îsal etmiş ve o tarzda mühim ve büyük tefsirini yazmış.

Ya akılsız bir dosttur, kaş yapayım derken göz çıkarıyor veya şeytan akıllı bir düşmandır ki ahkâm-ı İslâmiye ve hakaik-ı imaniyeye karşı gelmek istiyor. Kur’ânı Hakîm’in –senin tabirinle– birer polat kal’ası hükmünde olan surlu sureleri içinde yol bulmak istiyor. Böyleler –hâşâ– hakaik-ı imaniye ve Kur’âniyeye şüphe îrâs etmek için bu nevi sözleri işaa ediyorlar.

İKINCI TAIFE: LÛGATÇE:

bedahet: ispatı gerektirme­yecek kadar açık ve belli olma, apaçıklık.

esrar: sırlar.

fehim: anlayış, idrak.

hakaik-ı hafiye: gizli hakikatler. hakaik-ı zâhiriye-i Kur’âniye: Kur’ân’ın açık hakikatler­i.

inkişaf etmek: açılmak, keşfolunma­k.

îrâs etmek: sebep olmak, vermek.

maânî-i Kur’ân: Kur’ân’ın manaları.

maânî-i mensusa: ayet ve hadis ile kesin ve açık şekilde ortaya konmuş manalar.

menba-ı risalet: peygamberl­ik kaynağı.

mensus: nas ile sabit, ayet ve hadisle açık ve kesin biçimde ortaya konulan.

mesele-i azîme: büyük mesele.

muan’an: senedli, an’aneli; nakledenle­rin isim listesiyle birlikte aktarılan hadis veya haber.

muhkemat: manası açık ve belli olan Kur’ân ayetleri.

nusus: Kur’ân-ı Kerîm’in açık hükümleri.

Selef-i Salihîn: Ehl-i Sünnet ve Cemaatin ilk rehberleri, ilk devir Müslümanla­rı, Ashab ve Tâbiîne verilen ortak isim.

sünuhat: kalbe gelen manalar, kalbe doğanlar.

talik etmek: belli bir zamana bırakmak, ertelemek.

tashih: düzeltme (işi).

tedricen: yavaş yavaş.

tetimmat: tetimmeler, tamamlamal­ar, eklemeler.

vâzıh: şüphe bırakmayac­ak şekilde açık olan, açık seçik, apaçık.

Şaban ve Ramazan’da, akıldan ziyade kalp hissedardı­r, ruh hareket eder.

 ?? ??
 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye