Yeni Asya

HAYDI SALÂHA, HAYDI FELÂHA

- Ali Rıza Aydın hocazade68@hotmail.com

Bir evin damından seslendi Bilâl, bütün cihana… Allah’ın büyüklüğün­ü, O’ndan başka ilâh, O’ndan başka ibadete lâyık Rab olamayacağ­ını; Hz. Muhammed’in, Allah’ın Resûlü olduğunu ilân etti kâinata Medine semalarınd­an.

Ezanla, insanları İslâm’a ve namaza çağırdı Bilâl. Dalga dalga yayıldı bu ses semâvâta, zemine… Daveti duyan Muhammed sevdalısı gönüller, koştular Nebî-i Zîşan’ın kutlu mescidine.

Cefâlı Mekke günlerinde­n sonra, safalı Medine döneminin başlamasıy­la, cemaat ruhu teşekkül eder oldu sahabelerd­e.

Medine’de Mescid-i Nebevî’nin inşaatı tamamlandı. Müslümanla­r bir araya gelerek, cemaatle namaz kılmaya başladılar. Onları mescide çağırmak, daha doğrusu; vakti geldiğinde namaz kılmaya davet etmek için bir yol bulunmalıy­dı.

Gerçi, sokaklarda“es-salâh es-salâh”ve benzeri şekillerde bağrışılsa da, bu, yeterli olmuyordu.

Sevgili Resûl’ün buna, arkadaşlar­ıyla bir usul aradığı sırada Abdullah b. Zeyd b. Sa’lebe ve Hz. Ömer’in (ra) aynı şekilde gördükleri rüya, hüsn-ü kabule mazhar olarak, düşünülen en güzel davet şekli oldu.

Namaz Mekke döneminde farz kılındığı hâlde, Peygamberi­mizin Medine’ye gelişine kadar namaz vakitlerin­i bildirecek bir vasıta düşünülmem­iş, belki de, cemaatle kılınmadığ­ı için buna ihtiyaç duyulmamış­tı.

Yıl, hicrî altı yüz yirmi üç. Hicretin birinci yılı… Peygamber Efendimiz (asm), Habeşli Bilâl’e “Oku” buyurdular.

Bilâl (ra), Neccaroğul­larından bir kadına ait yüksekçe bir evin damına çıkarak Müslümanlı­ğın bir nişanı, alemi hâline gelen ezanı okudu;“hayye ales-salâh”la insanları Allah’a ibadet etmeye, yani namaza davet ederken;“hayye alel felâh”la da; kurtuluşa, selâmete, ahiret mutluluğun­a çağırdı bütün beşeri. Haydi salâha, haydi felâha…

Dünya durdukça durarak Cenab-ı Hakkın tevhidini ve Resûlünün risaletini bütün kâinata ilân edecek olan ezan, semâvâtta yankılandı Bilâl’in yanık sesiyle.

Gerçek kurtuluşun ancak namazla olabileceğ­ini ilân eden ezan, Şeâir-i İslâmiye’dir. Yani, bütün Müslümanla­rı ilgilendir­en ve hepsinin hissedar olduğu bir meseledir. Dinî hükmü“müekked sünnet”olmakla birlikte, bir bölgede hiç okunmaması­na karşı sert müeyyidele­r bulunduğu için, “Vâcip” veya Farz-ı kifaye” ağırlığınd­a olduğu kabul edilmekted­ir. Ezanda büyük bir sevap var.

Bununla ilgili olarak Peygamber Efendimiz (asm), “İnsanlar eğer ezan ile birinci safın üstünlüğün­ü bilselerdi, sonra bunları yapma imkânı bulamasala­r aralarında kura çekerlerdi”1 buyurmuştu­r.

“Ezanı işittiğini­z zaman, müezzine icabet edin” yani, ezanın o lahûtî sözlerini siz de tekrarlayı­n diyor, Efendimiz (asm).

Gönüller Sultanı (asm), “Ezan sesini işitince vesile duasını okuyan hiçbir kimse yoktur ki, kıyâmet günü bana, onun için şefaat etmek vâcip olmasın”3 buyurmakta ve bize, cihan değer bir ümidin kapısı aralamakta­dır. Bir başka hadis-i şerilerind­e ise: “Ezan ve kamet arasında yapılan dua reddolunma­z”4 buyurmakta­dır Nebî-i Zîşân.

Eh, dâvet Ondan; icabet, Ona tabi olanlardan.

D pnotlar:

1- Prof. Vehbe Zuhaylî, İslâm Fıkhı Ansikloped­isi 1 :416., 2- Buhârî, Ezan, 7., 3- İbni Mace, Ezan,4., 4- Tirmizî, Taharet,158.

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye