HAYATıN, KALEM-I KUDRETLE YAZıLMıŞ BIR KELIMEDIR
Kendi hayatının mahiyetine bak ki o mahiyetinin icmali şudur: sma-i İlâhiyeye ait garaibin fihristesi, hem şuun ve sıfât-ı İlâhiyenin bir mikyası, hem kâinattaki âlemlerin bir mizanı, hem bu âlem-i kebîrin bir listesi, hem şu kâinatın bir haritası, hem şu kitab-ı ekberin bir fezlekesi, hem kudretin gizli definelerini açacak bir anahtar külçesi, hem mevcudata serpilen ve evkata takılan kemâlâtının bir ahsen-i takvimidir.
İşte mahiyet-i hayatın bunlar gibi emirlerdir.
Şimdi senin hayatının sureti ve tarz-ı vazifesi şudur ki:
EHayatın bir kelime-i mektubedir, kalem-i Kudretle yazılmış hikmetnüma bir sözdür; görünüp ve işitilip, Esma-i Hüsna’ya delâlet eder.
İşte hayatının sureti, bu gibi emirlerdir.
Şimdi hayatının sırr-ı hakikati şudur ki:
Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir. Yani, bütün âleme tecellî eden esmanın nokta-i mihrakıyesi hükmünde bir câmiiyetle, Zat-ı Ehad-i Samed’e âyineliktir.
Şimdi hayatının saadet içindeki kemâli ise, senin hayatının âyinesinde temessül eden Şemsi Ezelî’nin envârını hissedip, sevmektir. Zîşuur olarak Ona şevk göstermektir, Onun muhabbetiyle kendinden geçmektir, kalbin göz bebeğinde aks-i nurunu yerleştirmektir. İşte bu sırdandır ki, seni a’lâ-yı illiyyîne çıkaran bir hadis-i kudsînin meal-i şerifi olan, [“Ben göklere ve yerlere sığmam, fakat mü’min kulumun kalbine sığarım”] denilmiştir.
İşte ey nefsim! Hayatının böyle
LÛGATÇE:
ahsen-i takvim: en güzel suret, yaratılış. âlem-i kebîr: büyük âlem. a’lâ-yı illiyyîn: yücelerin en yücesi, insanlığın en yüksek mertebesi. cilve-i Samediyet: Allah’ın, her şey kendisine muhtaç olduğu hâlde, kendisi hiçbir şeye muhtaç olmaması sıfatının tecellîsi. emir: iş, şey, husus, olay. envâr: nurlar, aydınlıklar.
Esma-i İlâhiye: Allah’ın isimleri. evkat: vakitler. fezleke: netice, özet. garaib: hayranlık uyandırıcı ve şaşırtıcı şeyler. hikmetnüma: hikmetli, anlamlı. huzuzat-ı nefsaniye: nefsin hoşlandığı şeyler. icmal: özet. ulvî gâyâta müteveccih olduğu ve şöyle kıymetli hazineleri câmi’ olduğu hâlde, hiç akıl ve insafa lâyık mıdır ki, hiç ender hiç olan muvakkat huzuzat-ı nefsaniyeye, geçici lezâiz-i dünyeviyeye sarf edip zayi edersin...
SÖZLER, ON BIRINCI SÖZ, S. 153
kelime-i mektube: yazılı kelime. kitab-ı ekber: büyük kitap. lezâiz-i dünyeviye: dünyaya ait lezzetler. mahiyet-i hayat: hayatın aslı, yapısı. nokta-i mihrakıye: odak noktası; merkez nokta. Şems-i Ezelî: varlığının başlangıcı olmayan ve her şeyi nurlandıran Cenab-ı Hak. şuun ve sıfât-ı İlâhiye: Allah’ın sıfatları ve Zatına ait hâlleri, özellikleri. tecellî-i Ehadiyet: Cenab-ı Hakkın her bir şeyde bir ve tek oluşunun görünmesi. temessül: görüntünün belirmesi.
Zat-ı Ehad-ı Samed: her şey kendine muhtaç olduğu hâlde, kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan tek ve bir Allah’ın zatı. zîşuur: şuur sahibi.
Hayatın bir kelime-i mektubedir, kalem-i Kudretle yazılmış hikmetnüma bir sözdür; görünüp ve işitilip, Esma-i Hüsna’ya delâlet eder.