HAYATıN HAYATı
İmandır hayatın hayatı, ruhu, Ruhsuz beden yıkık bir hâne olur. İmandır âlemin aklı ve nûru, Akılsız baş deli, divâne olur.
A.Y. nkara’da Türkiye Büyük Mille Meclisi açılmış, istiklal savaşı zaferle neticelenmiş ve mecliste büyük bir sevinç ve coşku var. Bu coşkuyu ve sevinci gören Bediüzzaman Hazretleri, büyük bir ihmali ve bu ihmal sonunda gelecek olan tehlikeleri de görüyor. Vekillerin bir çoğu namaz kılmamaktadır. Milletin meclisinde dine karşı gösterilen bu lâkayıtlık, Bediüzzamanı çok üzer ve“ey mücâhidîn-i İslâm! Ey ehli hall ü akit! (zor işleri halleden, çözen) Bu fakirin bir meselede on sözünü, birkaç nasihatini dinlemenizi rica ediyorum.” diye başlayan on maddelik bir beyanname hazırlayıp mebuslara dağıtır. Ondan sonra namaz kılanların sayısı hızla artar. Bu durum bazılarını rahatsız eder, her neyse...
Din, gerek fert olarak, gerekse toplum olarak en çok ihtiyaç duyulan bir duygudur.
ABediüzzaman, 9 Ağustos 1944 tarihinde ise Bakanlar Kurulu kararı ile Emirdağ’da mecburi ikamete tabi tutulur. Bediüzzaman, Emirdağ’da kaldığı süre içinde birkaç kaymakam görev alır. Bu kaymakamlardan Şükrü Zeki Uğurtan’ın tayininin çıkması üzerine dört aylığına bir kaymakam vekili görev alır. Gelen yeni kaymakam vekili aldığı talimatlar üzerine Bediüzzaman’a eziyet etmeye başlar. Devletin bütün imkânlarını kullanarak ilçede büyük korku salarak kimsenin Bediüzzaman’a selam vermesine bile izin vermez. Ardından kaymakam olarak Abdülkadir Uras atanır. Uras da zulüm ve baskıda geçmiş kaymakamları geride bırakacak icraatlar da bulunur.
Abdulkadir Uraz, Emirdağ’a geldikten sonra diğer kaymakamlar gibi Bediüzzaman’la ilgili tertiplere girişir. Bir yandan da Emirdağlılarla iyi ilişkileri içinde olur. Bediüzzaman’ın talebesi ve hükümet tabibi Dr. Tahir Barçın aynı zamanda kaymakamın komşusudur. Kaymakamın maddi durumu iyi olmadığından ona yardımda bulunmaktadır. Devlet memurlarının maaşı o dönem çok az olduğundan kaymakamın bir ayakkabı alacak parası dahi yoktur. Dr. Tahir Bugün“ben hiç bir dine ihtiyaç duymuyorum” diyenler dahi, dinsizliği din olarak kabul etmiş bulunmaktadırlar. Her ne kadar inanmadıklarını söyleseler de, aklı olanlar ve vicdanı tamamen sönmemiş bulunanlar, bir yaratıcı olması lazım diye düşünmekten kendini alamaz. Milletler için de din, milletin fertlerini bir arada tutan önemli ve ortak bir değerdir.
Bir milleti, özellikle İslam milletini ayakta tutan din bağıdır. Dinimiz bizim en kuvvetli istinat noktamızdır. Askerî ve ekonomik gücümüzün bittiği, maddî sebeplerin tamamen sukut ettiği bir zamanda, inancımızdan aldığımız bir güçle kurtuluş savaşını kazandık ve cumhuriyeti kurduk. Çanakkale tabyalarında Kur’ân sesleri top seslerine karışmasa, Sakarya boylarında tekbir sesleri yükselmese, Kocatepe’de “Allah Allah” nidaları yankılanmasa, düşmanları denize dökecek gücü nereden alacaktık?
Dinin gayesi, insanları doğru yola iletmek, adalet ve saadeti temin etmektir. Cehaleti, zulmü, sapıklığı ortadan kaldırmaktır. Dinimize sıkıca sarıldıkça yükseldiğimizi, dinden elimiz gevşettiğimizde ise geri kalarak perişan bir hale düştüğümüzü tarih bize göstermektedir. Yüksek medeniyetler kurduğumuz devirler, İslâmiyetin fert ve toplum hayatına hâkim olduğu devirlerdir. Dinden uzaklaştıkça, muâsır medeniyet seviyesinden de uzaklaştığımız bir gerçektir.
Yine Bediüzzaman, “Din hayatın hayatı, hem nuru, hem esası. İhya-yı din ile olur şu milletin ihyası”diyor. Dinin fert ve toplum hayatında ne kadar önemli olduğunun şifrelerini taşıyan bu söz, her binanın kapısına, bilbordlara, meydanlara, alanlara yazılsa yeridir. Zira din, birey ve toplum için temel bir ihtiyaçtır. Gerçekten de hayatın hayatıdır. Bu ihtiyacı yok saymak, insanı ve hayatı yok saymak anlamına gelir.
Yazımı, Bediüzzaman Hazretinin şu tespiti ile bitirmek istiyorum: “Dînin meseleleri terk ve feda edilmesinden, zarardan başka ne faydası görüldü? Milletin kalb hastalığı, zaaf-ı diyanettir; bunu takviye ile sıhhat bulabilir...”