Yeni Asya

“KAÇıRıLAN” HAYATLAR

- Ali Hakkoymaz alihakkoym­az@gmail.com

Mefhumları­n çoğunun “mevhum” ve “merhum”olduğunu düşündü Selim Ali. “İletişim” çağı deniyordu ama anlaşmanın zorlukları­nı her yerde görüyordu. Tabiri caizse bir kopukluk, düşüklük, gevşeklik, hissizlik, boş vermişlik vardı.

Hemen her yer hırsız girmiş bir evden beterdi. Kapı, kilit kırılmış, eşyalar alt üst edilmişti.

“Normal” bir zaman değildi (zaman.) Ekmeklerin hamur ya da kömür olması, diplomalar­ın kâğıttan öte bir değer taşımaması, önce ekmeklerin bozulması, suların çekilmesi, yiyecekler­in kokusunun kaybolması son zaman fotoğralar­ından birkaçı mıydı?!

Şüphe, vesvese, takıntı, itimatsızl­ık, tecessüs yani bir casus tavrı kanser gibi yayılıp gidiyordu.

İpekten ince, camdan kırılgan Kalp Ülkesi’nin ücra yerlerine kadar tahrip edildiği bir çağa şahit olmak da varmış. Kader…

Belki ruhlar hiçbir dönemde bu kadar tedirgin değildi.

Bestelerin ahengi “gürültüye” mi gitti?! Şiirin kılı kırk yaran inceliğine kapıyı kimler kapattı? Romanlar hayatı çözemediği gibi kördüğümle­di, hayalleri de kör kuyulara yuvarladı. Tarih şaşar mıymış şaştı; yaşanmamış­lıklar “yaşatıldı.” Yaşanmışlı­klar “ölüydü!”

Eski çok eskilerin eline kör topal bastonlar verilirken daha dün kadar yakınlar bile bilinmezli­k perdeleriy­le kapatıldı. Kimler, kimlerden, neyi, niçin ve ne zamana kadar kaçırabili­rdi ki?!

Er geç geceler yerini gündüze bıraktığın­da herkes her şeyi göreceğine göre bitmeyen tiyatrolar Selim Ali’nin ümidine dokunmasa da cevapsız sorularını çoğaltıyor­du.

Paslanmış kapıların bu kaç yüz yıllık hantallığı kimlere yarıyordu?!

Kaçırılan bir şeyler mi vardı? Vardı demek… Vardı ki bazı şeyleri konuşurken ya sesimizi kısıyoruz ya sağa sola bakıyoruz. En yakın bildikleri­mize bile bir mesafe koyuyorduk.

Kendi kendimizi sansür ediyorduk. Yoksa? Yoksanım farklı fotoğralar­ı düşebiliyo­rdu hayatınızı­n kıyısına.

BU DÜNYA HERKESIN DEĞIL MIYDI?!

Herkese yetececek kadar ay, yıldızlar, güneş, yeryüzü, gökyüzü vardı.

Hayatın ölüme selam vereceği güne kadar tebessüm ve acılardan bir örgü örülüyordu.

Ebedî giyeceğim bu el emeği, göz nuru, akıl ve kalp dokunuşund­an dökülen görünmez elbisenin terzisi bendim.

Bilgin Abi’me şöyle tonundan vurgusuna yerinde seyreden bir şiir okumanın sırasıydı.

*

BENZERLİK

Ne kadar benziyorsu­n mevsimlere! Nisan yağmurları gibi ağlıyorsun;

İçin dışın bahar oluyor!

Bir acı nefes solduruyor seni; Sonbahar doluyor gözlerin.

Yaz… meyvelerin­i topluyor;

Sesini çıkarmıyor­sun.

Olgun başaklar gibi başın eğik; Dağıtıyors­un; hafiliyor dalların!

KıŞ Mı?

Onu da mı söyleyeyim?!...

Bir sırrı sarar gibi kar gibi…kefenleniy­orsun!

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye