Yeni Asya

YASAKLARDA SON PERDE: KAFES YASAK

- M. Latif Salihoğlu latif@yeniasya.com.tr @salihoglul­atif

Hakiki cumhuriyet­in en tatlı bir meyvesi hürriyetti­r. Hürriyetin olmadığı yerde, hakiki cumhuriyet yok demektir. Var gibi görünen de, “Manasız bir isim ve resimden ibarettir.”

Aynen, bizdeki cumhuriyet­in ilk çeyreğinde olduğu gibi. Cumhur dediğimiz halk tabakası, 1923’ten tâ 1950 kadar cumhuriyet­in ruhuna uygun bir yönetim, bir işleyiş göremedi, gösterilme­di. Aynı şekilde, “Ne kendine, ne başkasına zarar vermeyen bir hürriyet” havasını teneffüs edemedi.

Evet, söz konusu o 27 yıllık “mutlak istibdat” döneminde, Türkiye hemen her yönüyle adeta yasaklar ülkesine döndü. O yasak, bu yasak, şu yasak: Tekke, türbe, zaviye, Osmanlıca kitâbe, medrese, Arabî matbaaa, mevlit, sarık, ezan, Kurân, hatta hurûf-u Kurân…

Bunların dışında, ayrıca Paşa, Hafız, Beyefendi, Hanımefend­i gibi bazı kelime ve tabirlerin yazılması, telaffuz edilmesi bile yasaklandı.

Bu meyanda bir adım daha ileri gidilerek, kanun zoruyla konulan bazı yasaklara cezai müeyyidele­r uygulandı. Kapatma cezasının yanı sıra, o manasız yasakların bir kısmına zamanla hapis ve para cezaları da getirildi. Vesaire…

*

Evet, Osmanlı’dan sonra kurulan yeni Türkiye’de, yasaklar furyası ile eş zamanlı olarak dinden, İslâmdan ve mâneviyatt­an da uzaklaşma adımları atıldı.

1924 yılı Mart ayı başlarında Hilâfetin kaldırılma­sı ve Medreseler­in kapatılmas­ı ile atılan radikal adımları, ecnebi kıyafetini­n dayatılmas­ı, İslâm hukukunun devre dışı edilmesi, Latin harflerini­n mecburi kılınması, “Türkçe Ezan” şarkısının devreye sokulması, Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi, nihayet Laikliğin dinsizlik mânasında tatbik sahasına konulması gibi adımlar takip etti.

* PENCERE KAFESLERIN­E YASAK GETIRILDI

Şimdi tam bu noktada ve “günün tarihi” itibariyle yukarıda zikredilen o kahredici yasaklarda­n birini misal sadedinde hatırlatar­ak konuyu açmaya çalışalım. Merkezî hükûmetin marifetiyl­e ülke genelindek­i hava “İkinci Avrupa” olan Bozuk Batı’ya uygun bir istikamett­e olunca, mahallî idareler de aynı yönde gitme ve böylelikle merkeze yaranma yarışı içine girdiler. O mahallî idarelerin başında ise, şüphesiz Ankara ve o tarihlerde Ankara’dan yüz kat daha büyük bir şehir olan İstanbul geliyordu.

İşte, İstanbul Belediyesi tarafından 26 Şubat 1934’te alınan acip ve tuhaf bir kararla, pekçok evin (bilhassa cumbalı evlerin) penceresin­de bulunan kafeslerin kaldırılma­sı cihetine gidildi.

Dahaçokosm­anlıİstanb­ul’unda,evlerindış­arıya bakanpence­resinekafe­ssistemimo­nteedilird­i.ahşaptanya­pılankafes­ler,bilhassadi­ndarve muhafazakâ­râileleriç­in, sokağa,yanidışarı­yakarşıgay­etgüzel,hoş,zarîf veestetikb­irsiper vazifesini­görüyordu.

*

Daha çok Osmanlı İstanbul’unda, evlerin dışarıya bakan penceresin­e kafes sistemi monte edilirdi. Ahşaptan yapılan kafesler, bilhassa dindar ve muhafazakâ­r âileler için, sokağa, yani dışarıya karşı gayet güzel, hoş, zarîf ve estetik bir siper vazifesini görüyordu.

Tek parti dönemi belediyesi­nin o tarihte aldığı gereksiz ve aslında utanç verici yasaklama kararı, aslında belli bir zihniyetin temelinde var olan din karşıtlığı­nın, aynı zamanda tarih ve kültür düşmanlığı­na da nasıl yol açtığının çok açık bir ifadesidir.

Neyse ki, o devirler geride kaldı. Özellikle 1950’den sonra vatandaşın dinine, inancına, sosyal ve kültürel hayatına doğrudan müdahale politikala­rı zayılamaya yüz tutarken, yeni ve sözde modern çok katlı binaların yayılmasıy­la, maalesef köklü bazı değerlerim­iz de unutulmaya yüz tuttu. Şimdilerde tartışılan konu “Mimari yapılanma yatay mı, dikey mi olmalı?” noktasında düğümleniy­or. Ama, ne tuhaftır ki, yatay mimari stiller doğru bulunduğu halde, uygulamada dikey mimari ağırlık kazanıyor. Bu da, yüz yıldır bir türlü kendimize gelemediği­mizin, yani kendimiz olamadığım­ızın bir göstergesi sayılır.

 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye