KARDEŞLERIME “AZIZ” SıFATıNı VERMEMIN SEBEBI
Aziz, sıddık kardeşim Sabri! O hocanın “Aziz” kelimesine itirazına deriz: vvelâ: Eskiden beri ve ehl-i ilim mükâtebelerinde “Aziz kardeşim, aziz arkadaşım” ve umum halkın muhaverelerinde “Azizim, azizim” tabirleri, sıfat ve mana-yı lügavî itibariyledir. Hem “Sen dilediğini aziz kılarsın. (Âl-i İmran Suresi: 26)” sırrına göre insana verilen “Aziz” lafzı, İlm-i Sarf usûlünce “faîlün bima’nâ mef’ulün”dür. Yani “izzete mazhar olmuş” demektir.
Sâniyen: Gerçi “Aziz” ismi, Esma-i Hüsnadandır. İsim olarak başkada istimal edilmez. Fakat manası itibariyle sıfat olarak daima hem “Aziz,” hem esma-i İlâhiyeden “Halîm ve
EHakîm ve Mâlik ve Melik ve Alîm ve Âlim ve Mü’min ve Semî’ ve Basîr” gibi çok istimal edilmiş. Hiç kimsenin hatırına itiraz gelmez. Yoksa “Allah Selâm, Mü’min, Müheymin, Aziz, Cebbar’dır.” (Haşr Suresi: 23); “Muhakkak Allah Aziz ve Hakim’dir.” (Enfâl Suresi: 10) ’deki Mü’min ismi, sıfat manasıyla umum mü’minlere ümmetçe verilmesi ve Hakîm ismi, sıfat manasıyla bütün doktorlara bütün halk tarafından istimal edilmesi; o zatın itirazına göre hata ve günah olmak lâzım gelir. Bunlara kıyasen Mâlik ismi ve Semî’ ve Basîr isimleri, sıfat manasıyla herkese her vakit veriliyor.
Sâlisen: Benim de eski ulemaya iktidaen bu “Aziz” kelimesini sıfat olarak kardeşlerime vermemin sebebi ise; onlar dini ve ilmi dünyaya alet yapmadıklarından, ilmin ve dinin izzetini muhafaza ettiklerinden -temsilde hata yokyusuf Aleyhisselâmın Aziz-i Mısır olması gibi bunlar da derecelerine göre bu asrın azizleridirler. Cenab-ı Hak onları aziz ediyor. “Sen dilediğini aziz kılarsın. (Âl-i İmran Suresi: 26)” sırrına mazhar ediyor, diye istimal ediyorum. (Gayr-i Münteşir Emirdağ Mektuplarından)
BEDIÜZZAMAN CEVAP VERIYOR, Y.A.N., S. 309 ***
Bu zamanda ehl-i iman öyle bir hakikate muhtaçtırlar ki, kâinatta hiçbir şeye alet ve tâbî ve basamak olamaz ve hiçbir garaz ve maksat onu kirletemez ve hiçbir şüphe ve felsefe onu mağlup edemez bir tarzda iman hakikatlerini ders versin; umum ehl-i imanın, bin seneden beri teraküm etmiş dalâletlerin hücumuna karşı imanları muhafaza edilsin.
İşte bu nokta içindir ki, dâhilî ve hâricî yardımcılara ve ehemmiyetli kuvvetlerine, Risale-i Nur ehemmiyet vermiyor, onları arayıp tâbi olmuyor; tâ avâm-ı ehl-i imanın nazarında, hayat-ı dünyeviyenin bazı gayelerine basamak olmasın ve doğrudan doğruya hayat-ı bâkiyeden başka hiçbir şeye alet olmadığından, fevkalade kuvveti ve hakikati, hücum eden şüpheleri ve tereddütleri izale eylesin.
LÛGATÇE: EMIRDAĞ LAHIKASı, 41. MEKTUP, S. 103
Aziz-i Mısır: Mısır azizi, yöneticisi.
avâm-ı ehl-i iman: ehl-i imanın, mü’minlerin avâm tabakası, alt tabakası.
Halîm: yumuşak huylu; kullarına yumuşak muamele eden, tevbe etmeleri için zaman tanıyan,
iktidaen: uyarak.
İlm-i Sarf: Arapça gramer, dilbilgisi.
mana-yı lügavî: sözlük manası.
muhavere: karşılıklı konuşma.
mükâtebe: yazışma.
Mü’min: “iman nimetini veren, koruyan, gözeten, güven ve huzurun asıl kaynağı olan” anlamında Allah’ın bir ismi.
teraküm: birikme, yığılma, toplanma.
Bu “Aziz” kelimesini sıfat olarak kardeşlerime vermemin sebebi ise; onlar dini ve ilmi dünyaya alet yapmadıklarından, ilmin ve dinin izzetini muhafaza ettiklerinden...