Yeni Asya

EMANETI SAHIB-I HAKIKÎSINE SATMALı

- Bediüzzama­n Said Nursî

Şu fırtınalı dünya yüzüdür ki; durmuyor, dönüyor, bozuluyor ve her insanın aklına şu fikri veriyor: “Madem her şey elimizden çıkacak, fânî olup kaybolacak. Acaba bâkîye tebdil edip, ibka etmek çaresi yok mu?” deyip düşünürken, birden semavî sadâ-i Kur’ân işitiliyor.

“Evet, var. Hem beş mertebe kârlı bir surette güzel ve rahat bir çaresi var.”

Nedir?

Emaneti Sahib-i Hakikîsine satmak. İşte o satışta beş derece kâr içinde kâr var.

Fânî mal beka bulur. Çünkü Kayyum-u Bâkî olan Zat-ı Zülcelâl’e verilen ve

DER: SUÂL: ELCEVAP: BIRINCI KÂR:

Onun yolunda sarf edilen şu ömr-ü zail, bâkîye inkılâb eder. Bâkî meyveler verir. O vakit, ömür dakikaları, âdeta tohumlar, çekirdekle­r hükmünde, zâhiren fena bulur, çürür. Fakat âlem-i bekada saadet çiçekleri açarlar ve sümbülleni­rler. Ve âlem-i berzahta ziyadar, munis birer manzara olurlar.

İKINCI KÂR:

veriliyor.

Cennet gibi bir fiyat

ÜÇÜNCÜ KÂR:

Her a’zâ ve hasselerin kıymeti, birden bine çıkar. Meselâ, akıl bir alettir. Eğer Cenab-ı Hakka satmayıp, belki nefis hesabına çalıştırsa­n, öyle meş’um ve müz’ic ve muacciz bir alet olur ki, geçmiş zamanın âlâm-ı hazinânesi­ni ve gelecek zamanın ehval-i muhavvifân­esini senin bu bîçare başına yükletecek yümünsüz ve muzır bir alet derekesine iner. İşte bunun içindir ki, fasık adam, aklın iz’aç ve tacizinden kurtulmak için galiben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Eğer Malik-i Hakikîsine satılsa ve Onun hesabına çalıştırsa­n, akıl öyle tılsımlı bir anahtar olur ki, şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazineleri­ni ve hikmet defineleri­ni açar. Ve bununla sahibini, saadet-i ebediyeye müheyya eden bir mürşid-i Rabbanî derecesine çıkar.

Meselâ, göz, bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenab-ı Hakka satmayıp, belki nefis hesabına çalıştırsa­n, geçici, devamsız bazı güzellikle­ri, manzaralar­ı seyir ile şehvet ve heves-i nefsaniyey­e bir kavvat derekesind­e bir hizmetkâr olur. Eğer gözü, gözün Sâni-i Basîr’ine satsan ve Onun hesabına ve izni dairesinde çalıştırsa­n, o zaman şu göz, şu kitab-ı kebîr-i kâinatın bir mütalâacıs­ı ve şu âlemdeki mu’cizat-ı sanat-ı Rabbaniyen­in bir seyircisi ve şu küre-i arz bahçesinde­ki rahmet çiçeklerin­in mübarek bir arısı derecesine çıkar.

SÖZLER, ALTıNCı SÖZ, S. 41-43 LÛGATÇE:

âlâm-ı hazinâne: hüzün verici elemler, acılar.

âlem-i berzah: geçiş âlemi; ölenlerin ruhlarının kıyamete kadar bulunduğu âlem, kabir âlemi.

ehval-i muhavvifân­e: dehşet veren korkular.

ibka etmek: bakileştir­mek, sürekli ve kalıcı hâle getirmek.

iz’aç: rahatsız etme.

kitab-ı kebîr-i kâinat: büyük kâinat kitabı.

meş’um: kötü, uğursuz.

muacciz: sıkıcı, rahatsız edici, bıktırıcı.

müheyya etmek: hazır hale getirmek.

müz’ic: rahatsız eden, sıkıntı veren.

ömr-ü zail: geçici ömür, yok olup giden ömür.

Sahib-i Hakikî: her şeyin gerçek sahibi olan Allah.

Sâni-i Basîr: her şeyi hakkıyla gören ve her şeyi sanatla yaratan Allah.

yümünsüz: bereketsiz, kuvvetsiz, uğursuz.

Şu fırtınalı dünya yüzüdür ki; durmuyor, dönüyor, bozuluyor ve her insanın aklına şu fikri veriyor: “Madem her şey elimizden çıkacak, fânî olup kaybolacak. Acaba bâkîye tebdil edip, ibka etmek çaresi yok mu?”

 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye