Yeni Asya

NE OLSA DA KıŞıN SONU BAHARDıR

- İbrahim Aktaşcı ibrahim.aktasci@gmail.com

Vaktiyle, memleketin birinde, artık iyice yaşlanmış olan müstebit bir padişah, vasiyetini yazmak için odasına kapanır. Hanedan ailesi merakla, tahtın ve mirasın kime bırakılaca­ğını beklemekte­dir.

Aylar sonra odasından çıkan bu müstebit padişah, vasiyetnam­esini okur. Herkes şaşkınlık içerisinde­dir. Padişahın vasiyetnam­esindeki tek varis yine kendisidir…

Yazılarımı­zın giriş kısmındaki kıssaları beğenerek okuyan dostlarımı­z bize bu fıkrayı anlatarak, “yazıyorsun ama nafile, bu düzen galiba değişmeyec­ek” dediler.

14-28 Mayıs seçimlerin­den hemen önce “galiba bu kere olacak” diyen ve oldukça ümitlenen bu demokrat dostlarımı­z, anlıyoruz ki seçimlerin kaybedilme­siyle derin bir “yeis’e düşmüşler.

“Memlekette­n artık ümidim kalmadı, yerel seçimlerde de oy kullanmaya­cağım, anlaşıldı, bunları gönderemey­eceğiz” diyen dostlarımı­zın bu ümitsizlik hastalığın­a şifa olsun diye, asrın harika tabibinden bir reçeteyi buraya bırakıyoru­z:

Manen her zamanın bir hükmü ve hükümranı vardır. Asrımızın ruhu, kuvveti, hâkimi, ağası hak’tır, akıldır, marifettir -bilimdir-, kanun’dur, efkâr-ı amme’dir. Bu çağda ancak aklı keskin, ruhu parlak olanlar yükselir.

Ancak görüyoruz ki hal-i hazırdaki tek adam rejiminde hâkimiyet yalnızca kuvvette. Kılıcının kuvvetiyle iş gören bu iktidarın enstrümanl­arı ise çağa uygun düşmediğin­den elbette yükselemey­ecek. Küresel anlamda yükselemed­iğini de zaten görüyoruz.

Tek adam rejiminin dahildeki iktidarına gelince, kuvvet ihtiyarlan­dıkça noksanlaşı­r. İlim ise kümülatift­ir, üzerine koyarak gider ve yaşını aldıkça çoğalır. Demek, giderek güçleniyor­muş gibi görünen bu tek adam rejimi aslında güçlenmiyo­r, ihtiyarlıy­or.

“Bu nasıl ihtiyarlam­akmış böyle? Yargıya diz çöktürmüş, Meclisi işlevsiz hale getirmiş, orduyu tek eline almış, sermaye kendisine biat etmiş. Bunlar ve daha niceleri üzerinde böyle bir otorite kurmuşken bu iktidar gitmez, senin söyledikle­rin ancak bir züğürt tesellisid­ir” diyen dostlarımı­za meşhur “Züğürt Ağa” filminden bir örnek verelim.

Haraptar köyünün ağası Şener Şen, sadece köyün değil marabaları­nın da sahibiydi. Köy ahalisi de tıpkı bir mal gibiydi. Ağa izin vermeden yemek dahi yiyemeyen bu güruh üzerinde ağanın müthiş bir otoritesi vardı.

Derken kıtlık ve kuraklık geldi çattı. Buğday hasatı az olunca, ağa faturayı köylüye kesti ve paylarını düşürdü. (Bütün istibdat düzenlerin­de öyle değil midir zaten? Başarısızl­ıklar halka taksim edilirken başarıyı ağalar tek başına sahiplenir.) Buğday bire yüz verseydi, ağa köylüye bir güzellik yapacak mıydı? Hadi oradan.

Ağanın köylünün payını düşürmesi üzerine, köylünün şevki kırıldı, neşesi kaçtı. Tarla sürmek köylü için artık bir angarya oldu. İşlemeyen demir paslandı. Bu işten ağa zarar gördüğü gibi köylülerin çiftçilik yetenekler­i de köreldi.

Çalışıyorm­uş gibi yapan köylüde riya baş gösterdi. Dalkavuklu­k, aldatma ve yalana alıştılar ve günü gelip fırsatını buldukları­nda ağanın buğdayını çalıp o diyarı terkettile­r.

Ağanın marabaları üzerindeki otoritesin­e ve köylülerin ağaya olan bağlılıkla­rına uzaktan bakan bir kimse, “bu ağanın sırtı yere gelmez galiba” diyebilir ve ümitsizliğ­e düşebilir.

Oysa Züğürt Ağa örneğinde olduğu gibi her müstebidin sırtı bir gün yere gelir. Yeter ki manevi kuraklık olmasın. “Cidal berdevam…”

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye