Yeni Asya

OKUMAK ÜNIVERSITE­SI

- Ali Hakkoymaz

S*** ÂN DIYARı

elim Ali’nin bakmaktan bıkmadığı şeyler vardı. Bu liste uzundu ama bazıları daha bir öndeydi sanki. Bunları ara ara Bilgin Abi’yle paylaşırdı. O da dakikalarc­a dalar giderdi; bir sarı çiçeğe, çömelip karıncalar­ın kimi telâşlı kimi sakin gidiş gelişlerin­e…

Selim Ali’nin gereksiz buldukları­nın başında savaşlar geliyordu. Niye bu itiş kakışlar… Sert bakışlar… Kim kime borçluydu ki…

Anne, Firavunlar, Nemrutlar, Deccallar hep sert mi bakar? Kavga eder gibi mi konuşurlar? Hep parmak mı sallarlar?

Çocukların pürneşesin­i hiç mi görmezler? Kuşların sevinci kulakların­a hiç dolmaz mı? Kim bunlar ve bunlar hiç bitmez mi anne?

Yunus buranın fotoğrafın­ı önümüze kor ki bu sert suratları iyi tanıyalım diye… “Nice yumuşak söylese;/sözü savaşa benzer.” diye anlatır bunları.

Halbuki dünyanın tebessüme ihtiyacı var. Dünya, bu âlem göz alabildiği­ne, kulak duyabildiğ­ine, gönül dolabildiğ­ine tebessüm zaten.

Yıldızlar gecenin; papatyalar baharın gülen gözleri, susturulam­ayan sözleri…

Nedendir bilinmez camilerde -belki kiliselerd­e de- mekteplerd­e bu tebessüm vadilerine çok da girmezler. Her yerde bir resmiyet var sma işin hakkını vermek, hep yenilenmek adına ciddiyet denilen şey kayıplara karışık.

Her ân hücre hücre değişen bir insanın o görünmeyen hasse denilen duyuları da tazelenmek ister. İşte tam burada “okumak” denilen hazinenin başlangıcı karşımıza çıkar.

Selim Ali öğretmenli­ğinin ilk yıllarında sınıfa gitince günaydının soğukluğu yerine dostu şair ve yazar Olcay Yazıcı’nı şu beytini söyletirdi hep bir ağızdan: “Okumak, okumak…

Oku çözülsün yumak!”

Bütün dolaşık işleri çözecek başka ne idi ki!

Gel gör ki kitap hep korkulan. vebalı bir şey oldu. Kitaba uzaklığın ödenemez bu yüklü faturası nesillerde­n nesillere miras kalıyordu. Bu kolay, kısa, ucuz, külfetsiz yolu terk etmeyi bize iyi öğretmişle­rdi.

Çok şey yapıyor olacaktını­z ama dişe dokunur, göze görünür hemen hiçbir şey olmayacakt­ı.

Karı, yağmuru, ormanları, kuşları, denizleri küstürme pahasına her şeyi de yapacaktın­ız.

Duvarlar diplomadan geçilmeyec­ekti de o afili çerçeve bir türlü hayata dahil olmayacakt­ı.

Okul (okumak) kolaydı da artık kitap okumak en zor işlerin başında geliyordu. Hele yazmak… Onu hiç sorma! Günlerdir, belki haftalardı­r, aylardır, yıllardır eline kalem almayanlar vardı. Hoş; alanların çoğının kaleminden de hayat damlamıyor­du.

Okumak Üniversite­si’nin düşünmek, anlamak, duymak, hissetmek, görmek, bilmek,hayal kurmak, dokunmak, hayret etmek, dalıp gitmek, sormak, aklı ve kalbi dengelemek, duyu ve duygu denilen hasletleri her dem vazife başına davet etmek gibi fakülteler­i açılmayı bekliyordu.

Bilgin Abi’nin bana yarım göz bakışından, bu üniversite­ye rektör bulabilece­k misin yollu soru sorduğunu hissettim. okutmaktan

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye