CAHIL CESARETI MI, GÜÇ AZGıNLıĞı Mı?
Daha önce de aktarmıştık: Bu süreçteki davalardan birinde mahkemeye AİHM içtihatlarının hatırlatılmasına heyet başkanının cevabı “Yemişim AİHM içtihadını” olmuştu. Keza bazı yerel mahkemelerin AYM kararlarını da “takmayıp” bildiklerini okumaya devam ettiklerinin örneklerini gördük ve hâlâ görmeye devam ediyoruz.
Anayasanın ilgili hükümlerine ve yerleşik içtihatlara meydan okuyan bu tavrın iki izahı olabilir:
Biri “cahil cehaleti” olarak nitelenebilecek bir cür’etkârlık. Ağır ceza mahkemesi hâkimliğine ve başkanlığına getirilmiş kişilerin, AİHM ve AYM kararlarının bağlayıcılığına ilişkin anayasa maddelerini ve içtihatları bilmemeleri söz konusu olabilir mi? Normalde elbette ki olmaz ve olmamalı. Ama bu dönemde tasfiye edilen binlerce hâkim ve savcının yerini doldurmak için yapılan atamalardaki özensizliğe bakılınca, “olmaz ve olamaz” denilen hallerin ne yazık ki oldurulduğunu gösteren tuhaf örnekler yaşandı ve yaşanıyor.
Parti militanı avukatların ve hiçbir tecrübeye sahip olmayan yeni mezun gençlerin ağır ceza mahkemesi üyesi yapıldığı bir ortamda böylesi hallerin yaşanması “normal” değil mi?
AİHM’E ve AYM’YE meydan okuyan tavrın ikinci izahı, sırtını iktidara dayamış olmanın verdiği “özgüven”in, kelimenin tam anlamıyla bir güç zehirlenmesine dönüşmüş olması.
Kurumların tamamını olduğu gibi seçim mekanizmasını da kontrolüne alarak sandıktan kendi istediği şekilde sonuç çıkarabilir hale gelen tek adam rejiminin, son örneğini Mayıs-2023 seçimlerinde gördüğümüz üzere “yenilmezliği”ni bir kez daha göstermesinden yine cesaret alan bir güç sarhoşluğu bu.
Bu psikolojiye kendilerini kaptıranlara göre, bu devran hep böyle devam edip gidecek; hiç kimse bu tekere çomak sokamayacak; yıllardır hukukun en temel prensiplerini göz göre göre çiğneyerek nice mağduriyetlere yol açan bir yargı ve devlet işleyişi, hak ihlallerini yeni skandallara imza atarak ilânihaye sürecek...
Peki, tam bir gözü dönmüşlüğün tezahürü ve dışa vurumu olan bu cür’etkâr hesap tutar mı? Ve nereye kadar devam edebilir?
Bu suallerin cevabı bir yönüyle içerideki mağdurların mücadele performansına ve yanı sıra toplumun diğer kesimlerindeki duyarsızlığın ne ölçüde aşılabileceğine bağlı.
Diğer yönüyle ise dış dinamiklere. Ki bunların en önemlilerinden biri olarak AİHM’IN verdiği Yalçınkaya kararı ve ardından ilettiği diğer dosyalar, hukuk mücadelesine ciddi bir güç, moral ve canlılık kazandırdı. İktidar her ne kadar çok rahatsız olsa ve bu sıkıntısını, söz konusu gelişmeleri umursamayıp perdeleyerek örtmeye çalışsa da, hukukun çarkları hızlanmaya başladı ve hiçbir direnişin hukuk karşısında başarılı olma şansı yok. Sabır ve sebatla sürdürülen bir hukuk mücadelesi er-geç hakkın zaferiyle sonuçlanacak. İnşaallah.