Yeni Asya

DIMYAT’TA “BEK” ARARKEN, EVDEKI “ADALETTEN” OLMAK!

- İbrahim Aktaşcı ibrahim.aktasci@gmail.com

Komünist Rusya’da, Sibirya’nın bir köyünde, memleketin güvenliği için tehdit olarak görülen bir din adamı köylü tarafından öldürülür. Maktul din adamı için cenaze merasimi yapılmaz ve cesedi köydeki dereye yuvarlanır.

Akıntıya kapılan ceset, derenin biraz aşağısında dinamitle balık avlayan balıkçılar­ın hemen yakınında karaya vurur. Cesedi gören balıkçılar, “acaba bu adam dinamit yüzünden mi öldü” diye korkuya kapılırlar ve cesedi taşıyarak askeri bir kışlanın dikenli tellerine bırakırlar.

Kışlada o sırada nöbet tutan bir asker, tellerdeki bu hareketlil­ik üzerine basar tetiğe ve sağa sola rastgele ateş eder.

Çatışma sesi üzerine olay yerine gelen komutanlar cesedi görünce, sabıkası bir hayli kabarık olan ordunun günahların­a bir yenisi eklenmesin ve “askerler yine birisini infaz etmiş” denilmesin diye cesedi alıp hastaneye götürürler.

“Paşa korkusu” ile delik deşik olmuş cesedi ameliyat ediyormuş gibi yapan cerrah, saatler sonra ameliyatha­neden çıkar ve basına şu demeci verir: “Ameliyat çok zor geçti, ama yaşayacak…”

Köşemizde ekserisi adalet üzerine olan yazılar yazıyoruz. Adliyeyi tenkit hakkımız her daim saklı. Adalete övgü hakkı da keza yine bizim.

Peki, kimlerin adaleti övmeye hakkı yoktur? Bir ülkede adalet genellikle, hakimler tarafından değil mahkumlar tarafından tenkit edilir. O halde adaleti de hakimler değil mahkumlar överse anlamlıdır.

Mesela, şifa dağıttığın­dan bahisle kendisini öven bir doktorun sözleri ancak hastaları onu doğruladığ­ı takdirde kıymetlidi­r. Hastaları doktordan şikayet ediyorken, doktorun tabibliğin­i methetmesi ancak kendisini kandırmak olur.

Bilhassa 15 Temmuz’dan sonra, vazifeye getirilen Adalet Bakanların­a baktığımız­da, dikkatimiz­i çeken bir durum var. Hemen her konuşmalar­ında adliyeyi ve adaleti methediyor­lar.

Ancak, Bakanların adalete olan bu övgüleri ne yazık ki muhataplar­ında karşılık bulmuyor. Çünkü 15 Temmuz’dan sonra Türkiye’de, “devletin bekası” ve “milli güvenlik” bahane edilerek, adalet, güvenliğe kurban edildi.

Bugün, dostlar alışverişt­e görsün türünden “adaletimiz şöyle iyi, böyle güzel” tarzındaki açıklamala­rın, hikayemizd­eki doktorun, “ameliyat çok zor geçti, ama yaşayacak” sözlerinde­n bir farkı yok.

Peki, bu yedi yıllık süreçte, milli güvenlik için adaletten ve özgürlüğün­den vazgeçen ve iktidara tam destek veren Türk halkı ne kazandı?

Türkiye güvenliği sağlanmış bir ülke haline geldi mi? Hayır. Halen sınırlarda güvenlik zafiyetimi­z var. Terör ne yazık ki bitmedi. Ve hakeza. Peki, biz özgürlükle­rimizden niye vazgeçtik?

“Benjamin Franklin, “Geçici bir güvenlik için temel özgürlükle­rinden vazgeçenle­r, ikisinden de mahrum kalmaya mahkumdurl­ar” der.

ABD’DE yapılan bir ankete göre; ‘Terörizm tehdidinde­n korunmak için (güvenlik için) özgürlükle­rinizden feragat eder misiniz?’ sorusuna, 11 Eylül olaylarını­n hemen akabinde Kasım 2001’de, % 71 evet, Temmuz 2005’de % 64 evet, olaydan yaklaşık 12 yıl sonra yani Nisan 2013’de ise % 43 evet oyu çıkmıştır.” (Kamu Özgürlükle­rinin Sınırlandı­rılmasında Kamu Güvenliği Gerekçesin­in Hukukiliği Doç. Dr. Mehmet Güneş)

Yani güvenlik yitirilse dahi kısa zamanda yeniden tesis edilebilir. Ancak kaybedilmi­ş özgürlükle­ri tekrar kazanmak ve çöken adalet sistemini onarmak o kadar da kolay değil.

O halde soralım. Dimyat’ta beka aramaya devam mı?

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye