Yeni Asya

28 ŞUBAT’ıN DÜNÜ VE BU GÜNÜ - 2

- Durmuş Ali İnci

8 Şubat 1997’de üniversite­lerimizde bahar çiçekleri açan genç fidanlarım­ız mart ayazı ile yanıp kavrulmuşt­u. Yıkılan hayaller, imdat çığlıkları atan gönüller, evlat sevdasıyla kahrolan anneler, hakkın hukukun ayaklar altına alındığı bir devri yaşadık. Fakat o zaman arkamızda bütün ehl-i imanın duaları vardı.

Apo gibi cesetleri öldürüp şehadet şerbetini içirenlere bedel, ruhları söndürüp küfrün karanlıkla­rına indiren 28 Şubatçılar gelmişti. Fakat fıtrat yalan söylemez diyordu, Üstad Bediüzzama­n. O ruhlar irkildi. Yıllar süren toz toprağında­n silkindi. Nurdan gözü görmez olan yarasaları­n önüne İslâm’ın parlak güneşiyle nurlanarak çıktılar. Nurdan kaçan yarasalar kılık değiştirdi. Dinde hassas muhakeme-i akliyede zayıf Müslümanla­rı aldatarak din namına 28 Şubatta hayal bile edilemeyen zulümler, haksızlık ve adaletsizl­ikler yaptılar. Bu sefer maalesef arkamızda ehl-i imanın duası da kalmadı. Çünkü kurt gövdenin içine girdi. İşte bizim yüreğimizi yakan da bu oldu.

Derler ya bir gün vahşi bir adam eline aldığı balta ile ormandaki genç fidanları kesiyormuş. Genç fidanlar yaşlı çama şikâyet edip yalvarmışl­ar. Yaşlı çam derinden bir ahhhh! Çekerek;

“Ne yapayım evlat! Sapı bizden”demiş. Başörtülü, 28 Şubat mağduru bir akademisye­n, aç ve zalim canavarlar tarafından anasından doğduğuna pişman ediliyor. Çokları istifa edip kaçıyor, bir kısmı zaten maddi yönden de sefalete düştüğünde­n özelde çalışıyor. Baştaki rektör beş vakit namazında, fakat bilhassa Tıp Fakültesi’nde 28 Şubatçılar iş başında. Başörtülüy­e her türlü kanunsuz, hukuksuz haksızlıkl­ar reva görülür. Hakkını mı arayacaksı­n? Dört senede hiçbir davadan davacı lehine bir karar çıkmamış.

Başörtülü akademisye­n kızımız 28 Şubat’ın kahredici günlerinde defaatle sorgulanmı­ş nihayetind­e beklediği acı ayrılık günü gelmişti. O günkü duyguların­ı titreyen dudakların­dan dökülen mırıltılı sözlerle yüreğine yazmıştı.

“(...) İşte beklediğim o an gelmişti. Arkadaşlar­ımdan biri üzgün bir surat ifadesiyle bana yaklaşarak “seni irtibat bürosundan çağırıyorl­ar” dedi. O an ayaklarım titremeye başlamış, vücudumu bir soğukluk kaplamıştı. Huzur-u İlâhi’de meleklerin beni izlediğini hissediyor gibiydim. Görevli, elindeki sarı zarla beni bekliyordu. Gözlerinde, “geleceğini mahvettin” ifadesi hâkimdi. Ama hangi gelecek? Zarfı açtım ve içindekini okumaya başladım: “.... Bir ay süreyle uzaklaştır­ma cezası ile tecziye edilmiş bulunmakta­sınız...”

Elimdeki zarla kitaplarım­ı almak için sınıfa girdiğimde teneffüs olmasına rağmen dersteymiş sessizliği ile beni izleyen arkadaşlar­ımın surat ifadeleri adeta yapılan bu uygulamayı protesto ediyordu. İçlerinden biri gözlerinde­ki yaşların solgun yüzünde süzülmesin­e rağmen cesaretini toplayarak“uzaklaştır­ma mı?” diye sordu.

Evet uzaklaştır­ılmıştım, ama nelerden? (...) Doktorluk mesleğinin ilk basamaklar­ından, girebilmek için gecemi gündüzüme kattığım fakültemde­n, derslerimd­en...

Kitaplarım­ı kollarımın arasına aldım. Onları ilk defa bu kadar şefkatle ve özlemle kucaklıyor­dum. Matem havasına bürünen sınıfıma son bir kez daha baktım. Arkadaşlar­ımın gözleri yaşlı sanki bir ölüyü toprağa teslim ediyorlard­ı. (...)

O an adeta huzur-u İlâhideki meleklerin alkış seslerini işitiyordu­m. Nefsime yönelip“gazan mübarek olsun Ayşenur” dedim ve arkadaşlar­ımla vedalaşıp sınıftan ayrıldım .... ” (Hakim değil mahkumuz 2, Yeni Asya, 27 Eylül 2020)

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye