Oruç “Rubûbiyet-i İlahî” açısından çok hikmetler ihtiva ediyor!
Ramazan Risalesi’nin Birinci Nüktesinde, müellif orucun pek çok hikmetleri bulunduğuna dikkat çekiyor ve bunları kategorik olarak beş madde halinde şöyle sıralıyor: a) Cenab-ı Hakk’ın rubûbiyetine bakan hikmetleri, b) insanın hayat-ı içtimaiyesine bakan hikmetleri, c) hayatı şahsiyeye bakan hikmetleri, d) nefsin terbiyesine bakan hikmetleri, e) “niam-ı ilahiye”nin şükrüne bakan hikmetleri.1
Çok zengin bir anlam dünyasına sahip olan “hikmet” yerli yerinde yapma, maksada uygun şekilde yapma, faydalı ve sanatlı şekilde gerçekleştirme gibi mânâlara geliyor. Fizikî alemde küçük-büyük her şeyin yerli yerinde, faydalı, maksada uygun, sanatlı olarak yaratılması Yaratıcının “hakîm” yani sonsuz hikmet sahibi olduğunu gösteriyor. Aynı şekilde kainat kitabının tercümesi olan Kur’anı Hakim de doksan civarındaki ayette Allah’ı “hikmet” sahibi olarak tavsif ediyor. Dolayısıyla kainat kitabının ayetleri hükmünde olan her varlık Yaratıcısını aynı zamanda “hikmet” sahibi olarak yansıtırken Kur’an kitabındaki her ayet de Onu hikmet sahibi olarak niteliyor. Bu yüzden alimler, Kur’an’daki bütün açıklama ve buyrukların hikmet dolu olduğunu kaydediyor, emir ve yasaklara dair hükümlerdeki hikmeti ifade etmek için “hikmet-i teşriiye” (hükmün arkasındaki maslahatlar) terimine yer veriyor.
Müellif Birinci Nükteyi orucun Cenab-ı Hakkın “rubûbiyet”ine bakan çok hikmetlerden birisine tahsis ediyor. Sahip olmak, terbiye etmek, kadem kademe yetkinlik vermek anlamındaki “Rab”2 kelimesinin masdarı olan “rubûbiyet” -genel anlamda“Allah’ın kainatta, bilhassa canlılarda ve insanlar aleminde, rahmet ve hikmet eksenli olarak ihtiyaçlarını karşılaması ve gelişip olgunlaşmalarını sağlaması”3 demek oluyor. Bu açıdan bakıldığına gerçekten oruç mümine kendi gerçeği görmesi, Rabbinin sayısız rahmet tecellilerini fark etmesi, Onun bahşettiği nimetlerin kıymetini bilmesi gibi kemaline yönelik çok maslahatlara vesile oluyor. Müellif Cenab-ı Hakkın yer yüzünü bir sofra tarzında donattığını, bu sofrada nice nimetler ihsan ettiğini fakat insanın galet perdesi veya sebepler altında bu hakikati göremediğini dile getiriyor. Ardından bir benzetme ile bunu çok sade ve anlaşılır bir ifadeyle şöyle paylaşıyor: “Ramazan-ı Şerifte ise, ehl-i iman, birden muntazam bir ordu hükmüne geçer. Sultan-ı Ezelînin ziyafetine davet edilmiş bir surette, akşama yakın “Buyurunuz” emrini bekliyorlar gibi bir tavr-ı ubudiyetkârâne göstermeleri, o şefkatli ve haşmetli ve külliyetli Rahmâniyete karşı, vüs’atli ve azametli ve intizamlı bir ubudiyetle mukabele ediyorlar. Acaba böyle ulvî ubudiyete ve şeref-i keramete iştirak etmeyen insanlar, insan ismine lâyık mıdırlar?”4
Bu dünya insanlar için aynı zamanda bir terbiye yurdu, bir eğitim yeri, bir olgunlaşma mekanı niteliğinde. İman ve ibadetler tam da bunu sağlıyor. Bu açıdan düşünüldüğünde oruç bizim manevi eğitim ve gelişimimiz için çok özel bir program vasfı arz ediyor. Değerlendirenlere ne mutlu!
D pnotlar:
1- Mektubat (İstanbul 2020, YAY), s. 395. 2- Râgıb el-isfehânî, “Müfredât”, “rab” md. 3- Geniş bilgi için bk. Şualar (İstanbul 2020, YAY), s. 134 vd.
4- Mektubât (İstanbul 2020, YAY), s. 395.
nFeyzullah Ergün
nCahit Özpınar