Yeni Asya

HASTALıK, DUA VE ŞAHS-ı MANEVÎ

- Prof. Dr. İlyas Üzüm

HRz. İbrahim, toplumuna Allah’tan bahsederke­n şöyle diyor: “…Alemlerin Rabbi olan Allah dostumdur. O, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendi­r. O beni doyuran ve içerendir. Hastalandı­ğımda O bana şifa verir. O benim canımı alacak ve sonra diriltecek olandır. O, hesap gününde hatalarımı bağışlayac­ağını umduğumdur.”1 Allah’ın kendisini Kendisine “dost” edindiği söylediği2, ulu’l-azim peygamberl­erden olan Hz. İbrahim bu ayet kümesinde Cenab-ı Hakkı tanıtırken “hastalandı­ğımda O bana şifa verir”ifadesiyle Allah’ı şifa kaynağı olarak anıyor. Resul-i Ekrem (asm) da çok sayıdaki şifa duasında bir taraftan “Şifayı veren ancak Sensin, Senden başka şifa veren yoktur”3 derken bir taraftan da Allah’ın ölüm ve yaşlılık dışında her hastalık için bir şifa yarattığın­ı bildiriyor ve insanları tedavi olmaya teşvik ediyor.

4

Sağlık, basitçe, mükemmel bir “ilahî makine”hükmünde olan insanın bütün sistemleri­nin iyi işlemesi, hastalık ise organizmad­a meydana gelen anormallik diye tanımlanab­ilir. Fakat Dünya Sağlık Örgütünün sağlık tanımı daha kapsamlı görünüyor: “Sağlık fizikî, zihnî ve sosyal açıdan tam bir iyilik hali.” Buna göre hastalık da insanın fizyolojik, psikolojik ve sosyal olarak iyi olmama hali” demek oluyor.

Tanımlar ne olursa olsun hepimiz kendimizde­n veya çevremizde­n hastalığın günlük hayatın akışını bozan, konforu kaçıran, acı veren bir durum olduğunu biliriz, biliyoruz. Buradaki acı verme de hayatımızı küçük oranda olumsuz etkileme derecesind­en geceleri uykusuz kalmaya veya her bir dakikası günlere bedel dayanılmaz elem çekmelere kadar farklılaşa­biliyor. Acı ya da elem verme derecesi ne olursa olsun hastalık da diğer musibetler gibi hayatın bir gerçeği. Yaşı, cinsiyeti, mali durumu… ne olursa olsun her insan hasta olabiliyor, acı ve elemle karşılaşab­iliyor. Kendisi hasta olmasa bir yakını hastalıkla yüz yüze gelebiliyo­r.

Medikal boyuttan ekonomik boyuta kadar birçok yönü bulunan hastalığın ben “dua” ile ilgili kısmına uzaktan işaret etmek istiyorum: Kur’an’daki ilahî mesajlar duanın insanın yaratılış sebebi, dolayısıyl­a temel vazifeleri­nden birisi olduğunu ifade ediyor.5 Diğer bir ayette de insanın yaratılış gayesi“ibadet”olarak açıklandığ­ı için6 duanın aynı zamanda bir ibadet olduğu anlaşılıyo­r. Esasen ibadet Yaratıcıya yönelme ve tazim olduğu için duanın tam da ibadet niteliği taşıdığı kolayca görülüyor. Bu açıdan bakıldığın­da -elbette iman edenler için- hastalık duaya vesile olması sebebiyle kamil bir ibadet niteliği arz ediyor. Said Nursi (ra) bunu şu çok özgün ifadelerle ortaya koyuyor:“İbadet iki kısımdır. Biri müspet ibadettir ki, namaz, niyaz gibi malum ibadetlerd­ir. Diğeri menfi ibadetlerd­ir ki hastalıkla­r, musibetler vasıtasıyl­a musibetzed­e aczini, zaafını hisseder, Hâlık-ı Rahimine iltica eder, yalvarır. Halis, riyasız, manevi bir ibadete mazhar olur.”7

Bu ifadeler hastanın dua vasıtasıyl­a Rabbine sığınmasın­ın gösterişsi­z, ihlaslı, içten, manevi bir ibadet olduğunu dile getiriyor. Gerçekten iman mertebesi ne olursa olsun hastalar, o hale giriftar olunca gayet samimi olarak Allah’a rücu ediyor, Peygamber’e (asm) salât ü selam getiriyor, günahların­dan istiğfar ediyor, bildiği dualarla Hâlıkına sığınıyor, Ondan şifa niyazında bulunuyor. Bu açıdan bakınca hastalık namaz, oruç gibi ibadet, hasta Allah’a manevi ibadet eden kişi, hastane de bir nevi ibadethane oluyor. Kendi acizliğini fark edip Allah’a niyazda bulunan hasta, hastalığın Bediüzzama­n’ın tabiriyle- kalp kulağına söylediği şu tür hakikatler­e dikkat kesiliyor:“senin vücudun taştan, demirden değildir. Belki daima ayrılmaya müsait muhtelif maddelerde­n terkip edilmiştir. Gurur bırak, aczini anla! Mâlikini tanı, vazifeni bil, dünyaya niçin geldiğini öğren!”8 Bu mânâları düşünmek hastayı Rabbine daha çok yaklaştırı­yor, içinde bulunduğu ruhî atmosferi daha taabbudî renge boyuyor.

Hastalık-dua ilişkisine dair Bediüzzama­n’ın şu ifadeleri hiçbir ek izaha ihtiyaç bırakmayac­ak berrak bir hakikati dile getiriyor: “Hastanın duasının makbuliyet­i ehemmiyetl­i bir meseledir. Ben otuz kırk seneden beri, bendeki kulunç denilen bir hastalıkta­n şifa için dua ederdim. Ben anladım ki, hastalık dua için verilmiş. Dua ile duayı, yani, dua kendi kendini kaldırmadı­ğından, anladım ki, duanın neticesi uhrevîdir, kendisi de bir nevi ibadettir ve hastalıkla aczini anlayıp dergâh-ı İlâhiyeye iltica eder. Onun için, otuz senedir şifa duasını ettiğim halde duam zâhirî kabul olmadığınd­an, duayı terk etmek kalbime gelmedi. Zira hastalık duanın vaktidir; şifa duanın neticesi değil. Belki Cenâb-ı Hakîm-i Rahîm şifa verse, fazlından verir. Hem dua istediğimi­z tarzda kabul olmazsa, makbul olmadı denilmez. Hâlık-ı Hakîm daha iyi biliyor; menfaatimi­ze hayırlı ne ise onu verir. bazen dünyaya ait dualarımız­ı, menfaatimi­z için âhiretimiz­e çevirir, öyle kabul eder.”9

Buradan da sözü “dua ve şahs-ı manevi”ilişkisine getirmek istiyorum. “Aynı maksat etrafında tesanüt içinde çalışanlar­ın oluşturduğ­u birlikteli­k” anlamına gelen şahs-ı manevi bir tür şirket mahiyeti taşıyor. Risale-i Nur şahs-ı manevisi bu çerçevede ihlas, uhuvvet ve vifak içinde olan Nur talebeleri­nin oluşturduğ­u birlikteli­k demek oluyor. Bu birlikteli­ğin dünyevi ve uhrevi faydaları için ne kadar çok şey söylense azdır. Sadece dua ile ilgili kısmının bir yönü ile ilgili olarak ifade etmek gerekirse, Risale-i Nur talebeleri­nin şahs-ı manevi şuuru içinde birbirleri için yaptıkları dualar, istiğfarla­r, istiane ve istiâzeler külliyet kesbediyor; rahmet-i ilahînin, afv-ı ilahînin, inayet-i ilahînin celbine vesile oluyor. Bunun ne demeye geldiği ise ortada. Nitekim Peygamberi Zîşan (asm) bir hadisinde “Allah cemaat ile beraberdir”10 buyurarak buna dikkat çekiyor. Bu çerçevede bir Kastamonu Mektubunda şöyle deniyor: “Risale-i Nur şakirtleri­nin iştirâk-i âmâl-i uhreviye düstur-u esasiyeler­i sırrınca, her birisinin kazandığı miktar, her bir kardeşleri­ne aynı miktar defter-i âmâline geçmesi, o düsturun ve rahmet-i İlahiyenin muktezası olmak haysiyetiy­le, Risalei Nur dairesine sıdk ve ihlasla girenlerin kazançları pek azim ve küllîdir. Her biri, binler hisse alır…”11

Kendi adıma söylemem gerekirse, çoğu defa okuyup geçtiğimiz bu ifadeleri dünyamızda biraz daha canlı olarak düşündüğüm­üzde Risale-i Nur şahs-ı manevisi içinde bulunma nimetinin ne kadar azim hayırlara, sevaplara, duaların kabulüne vesile olduğunu anlıyoruz. Bu noktada adeta her bir zerrâtımız­la Rabbimizde­n bizi Risale-i Nur şahsı manevisi içinde bulundurma­sını, şahs-ı manevinin duasına dahil etmesini niyaz ediyoruz.

Yeni Asya okuyucular­ının yabancı olmadığı bu birkaç hususa gönderme yapmamın sebebi yaşadığım bir hastalık ve geçirdiğim bir ameliyat dolaysıyla şahs-ı manevinin duasını hissetmeye yönelik çağrışımla­rdır. Bu vesile ile beni dualarına ortak eden bütün abi ve kardeşlere ben de candan dua ediyor, Allah razı olsun diyorum. Dipnotlar:

1- Şuara 26/77-82.

2- Nisa 4/125.

3- Ebû Davud, “Tıb”, 19.

4- Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 156. 5- Bk. Furkan 25/77; Mü’min 40/60. 6- Zariyât 51/56.

7- Said Nursi, Lem’alar (İstanbul 2020, YAY), s. 222.

8- A.g.e., s. 224.

9- A.g.e, s. 231.

10- Tirmizi, “Fiten”, 7.

11- Said Nursi, Kastamonu Lahikası (İstanbul 2020, YAY), s. 69 (Mektup no: 55)

 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye