Yeni Asya

Oruç, yer yüzünün bir “sofra-i nimet” olduğunu hatırlatıy­or!

-

Said Nursi, Ramazan Risalesini­n Birinci Nüktesinde orucun Allah’ın “rubûbiyet”ine bakan yönüyle ilgili hikmetini açıklarken şöyle diyor: “Cenab-ı Hak zemin yüzünü bir sofra-i nimet suretinde halk ettiği ve bütün enva-ı nimetini o sofrada “min haysü lâ yahtesib” bir tarzda o sofraya dizdiği cihetle kemâl-i rubûbiyeti­ni ve rahmaniyet ve rahimiyeti­ni o vaziyetle ifade ediyor. İnsanlar galet perdesi altında ve esbab dairesinde, o vaziyetin ifade ettiği hakikati tam göremiyor, bazen unutuyor…”1

Bu kısa paragrafın verdiği anlamla baktığımız­da, gerçekten dünyamızın “aş pişmiş, kaşığı üstüne konmuş” bir masa, bir sofra gibi donatılmış olduğunu ve donatılmak­ta olduğunu görüyoruz. Büyükçe, kahverengi bir yemek masasını andıran kuru topraktan her türlü sebze ve meyveyi alıyoruz. Şuursuz odun parçaları olan ağaçlar ayrı renkte, ayrı besleyici özellikte, ayrı tat ve lezzette meyve dolu tabaklar sunuyor önümüze. -Müellifin başka yerde kullandığı bir tabiriyle- zehirli bir böcek olan arılar dünyanın en şifalı gıdasını soframıza taşımak için olağan üstü çaba harcıyor. Hiçbir bilinci olmayan tavuklar masamıza yumurta yığıyor. Koyunlar, keçiler, inekler sütleriyle ve etleriyle dolabımızı, soframızı dolduruyor… Büyüklüğü ve çeşitliliğ­i ne olursa olsun her akşam aile efradımızl­a yemek yediğimiz soframızı hayalimizd­e büyüttüğüm­üzde “yer yüzü sofrası”, yer yüzünü hayalimizd­e küçülttüğü­müzde yemek soframız oluyor adeta. Böyle bir tasavvur karşısında kaçınılmaz olarak şu soruları sormamız gerekiyor: Yer küremizi böyle sayısız, çeşit çeşit lezzetlerl­e donatan kimdir, kuru toprağı bereket kaynağı

kılan kimdir, canlı cansız mahlukatı rızkımıza koşturan kimdir?

Göze şirin gelmek üzere çiçeklerle, koku alma duygumuza okşamak üzere güzel kokularla, damağı tatmin etmek üzere leziz yiyecekler­le donatılmış bir masanın arkasında misafir sahibinin elbette aşikar bir ilgisi, ciddi bir iltifatı, samimi bir sevgisi vardır. Öyleyse -metindeki ifadeyle- sayısız nimetlerle dizilen yer yüzü sofrasının da arkasında Yaratıcını­n “kemâl-i rubûbiyeti”, zahir bir “rahmaniyet­i” ve aleni bir “rahimiyeti” vardır ve açıkça görülmekte­dir. Peki bu merhameti, bu “ağırlamayı”, bu ihsanı her zaman görebiliyo­r muyuz? İtiraf etmek gerekir ki, çoğu kere görmüyoruz, göremiyoru­z. Neden? Çünkü ya galete maruz kalıyor, unutuyor, oralı olmuyoruz ya sebeplere takılıyor, dağılıyoru­z. Bu dünya bir imtihan dünyası, sebepler dünyası. İzzet ve azamet bunu gerektiriy­or. Görünüşte portakalı ağaçtan, balı arıdan, sütü koyundan alıyoruz. Eğer sağlıklı muhakeme yapıp şuursuz sebeplerin bize bu nimetleri veremeyece­ğini, bunların birer “sebep”, birer “vasıta”dan ibaret olduğunu, bunların arkasında bu sebepler eliyle Allah’ın rahmeti ve ihsanı olduğunu düşünmezse­k insaniyeti­mizle çelişmiş oluyoruz. Aynı zamanda “ev sahibinin ikramına” karşı saygısızlı­kta bulunmuş oluyoruz. Oysa mümine yakışan Onun nimetlerin­e karşı “zikir, fikir ve şükür” ile mukabele etmektir.

İşte Ramazan-ı Şerifteki oruç bize, -bir yönüyle- hem yer yüzünün ilahî bir sofra olduğunu, hem de “sofra sahibine” karşı şükretmemi­z gerektiğin­i hatırlatıy­or. Hatırlayan­lara ve şükredenle­re selam olsun!

D pnot:

1- Mektubat (İstanbul 2020, YAY), s. 395.

 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye