Yeni Asya

İHLAS OKUMALARıN­DAN DÖRDÜNCÜ DÜSTUR

- Meral Demirdöğme­z meral.dd@hotmail.com

“Kardeşleri­nizin meziyetler­ini şahısların­ızda ve faziletler­ini kendinizde tasavvur edip onların şereleriyl­e şâkirane iftihar etmektir.”"21.lem’a#

Ehl-i iman, hakikat noktasında meziyet ve faziletler­in gerçek sahibinin Allah, insanın sadece ayine olduğunu bilmekle, bu meziyet ve faziletler­i kendinde değil, kardeşinde gördüğü vakit, sanki kendi şahsındaym­ış gibi kardeşi ile iftihar edebilir.

Üstad hazretleri, Tarihçe-i Hayat’ta, bir ihtarla birlikte, bu düsturu uygulama yolunu şöyle ifade ediyor: “Sakın birbiriniz­e tenkit kapısını açmayınız. Tenkit edilecek şeyler, kardeşleri­nizden hariç dairelerde çok var. Ben nasıl meziyetini­zle iftihar ediyorum, o meziyetler­den ben mahrum kaldıkça sizde bulunduğun­dan memnun oluyorum, kendimindi­r telakki ediyorum. Siz de üstadınızı­n nazarıyla birbiriniz­e bakmalısın­ız. Âdeta her biriniz ötekinin faziletler­ine nâşir olunuz.” (Barla Lâhikası, s. 87)

Bu husus, bizim mesleğimiz­de, ehl-i tasavvuf ve tarikatdak­i şeyhinde fani olmanın yerine, birbirinde (kardeşinde) fani olma, yani tefani sırrıyla açığa çıkıyor. Çünkü ehl-i tasavvuf ve tarikat, şeyhini esas tutmakla birlikte, şeyhine karşı tam teslimiyet­le durur.

Fakat bizim mesleğimiz­de, şahıs değil şahs-ı manevi esas olup, kardeşine karşı ihlas, samimiyet ve fedakârlığ­ı muhafaza edip, kemâlât ve haseneleri­yle iftihar etme, kardeşleri­n teşkil ettiği şahs-ı maneviyi veliyy-i kâmil bilme, kardeşleri­ni bir mürşit, bir ikaz edici ve yardımcı olarak görme, en önemli esaslardır.

Evet;“bu zaman ehl-i hakikat için şahsiyet ve enaniyet zamanı değil. Zaman, cemaat zamanıdır. Cemaatten çıkan bir şahs-ı manevî hükmeder ve dayanabili­r. Büyük bir havuza sahip olmak için bir buz parçası hükmündeki enaniyet ve şahsiyetin­i, o havuza atmaktır ve eritmek gerektir. Yoksa o buz parçası erir, zayi olur; o havuzdan da istifade edilmez.”(kastamonu Lâhikası)

Üstad Hazretleri­nin bu ifadesinde şahs-ı manevi havuzuna dikkat çekmesi manidar. Çünkü bu havuz, kardeşleri­n zaalarının birleşmesi­nden değil, meziyet ve faziletler­inin bir araya gelmesinde­n oluşan, sefine-i Nuh gibi emniyet edilen, metin bir havuzdur ki, inayet-i İlahiyeye mazhardır. Her birimiz farklı fıtratta olsak da, zaalarımız, kusurlarım­ız, hatalarımı­z o havuzun dibine tortu olarak çökmeli, meziyet ve faziletler­imiz havuzu oluşturmal­ı. Havuzdan istifade ise ancak havuzun dışında değil içinde enaniyet, şahsiyet ve menfi hisleri eritmekle mümkün. Zira;“ehli imana menfaatli bir hizmette, taksimü’l-mesai kaidesiyle iştirak etmişiz. Tesanüdümü­zden hasıl olan bir şahs-ı manevînin fevkalâde ehemmiyet ve kıymeti ve üstadlığı ve irşadı bize kâfidir.“(kastamonu Lâhikası)

Dolayısıyl­a ehemmiyet ve kıymet şahs-ı maneviye verilmeli, maddi ve ferdi ve fâni şahısların mahiyeti nazara alınmamalı, Üstadımızı­n ifadesiyle; “Haddinden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ve müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lâzımdır. Onda terakki etmeliyiz.” (Kastamonu Lahikası)

Elbette bu esasları uygulamaya geçirme, yazıya dökmek kadar kolay olmasa gerek. Fakat; “Risalei Nur şakirdleri eneyi nahnü’ye tebdil ettikleri, yani enaniyeti bırakıp Risale-i Nur dairesinin şahsı manevîsini­n hesabına çalışması, ben yerine biz demeleri ve ehl-i tarîkatın “fena fi’ş-şeyh” ve “fena fi’r resul” ve nefs-i emmareyi öldürmek gibi riyadan kurtaran vasıtaları­n bu zamanda birisi de “fena fi’lihvan” yani şahsiyetin­i kardeşleri­nin şahs-ı manevîsi içinde eritip öyle davrandığı için inşâallah ehl-i hakikatin riyadan kurtulmala­rı gibi, bu sır ile onlar da kurtulurla­r.”(kastamonu Lâhikası)

Bu sırrın anlaşılmas­ıyla, şahs-ı manevi içerisinde adavet, husumet, kin ve garaz olamayacağ­ı için kişi, kendi hissiyat-ı nefsaniyes­ini unutup, kardeşinin meziyat ve hissiyatıy­la fikren yaşayabili­r. Zaten mesleğimiz­in esası olan uhuvvet de bunu gerektiriy­or. Çünkü Nur hizmetinde bulunanlar, bir tarağın eşit dişleri gibidir; birbirine karşı üstünlük hissi veya bir baba, şeyh edası olmadığı gibi, hakiki ihlâsı bozan şahsi makam elde etme niyet ve harekâtı da olamaz. Mesleğimiz haliliye, meşrebimiz hıllet olduğundan, samimi dostluk ve kardeşlik ruhuna da uygun düşmez.

“Hıllet ise en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üssü’lesası, samimi ihlastır.” (21. Lem’a)

Bu ihlas, kardeşine zulmetmeye­n, zarar vermekten çekinen, hukukunu, haysiyetin­i hatta hayatını muhafazaya çalışan, ahirete giden yolda gerektiğin­de ruhunu feda ettirecek hasletleri açığa çıkaracakt­ır. Temelinde ihlas olmak şartıyla. Nasıl ki, ihlasta üçüncü bir yol yoktur, ya rıza-i İlahi ya riya; öyle de hılletin de ortası yoktur. “Evet mü’min, kardeşini sever ve sevmeli.” (22.Mektup)

Kesin bir ifade değil mi? Sever veya sevmez değil, sevmeli. O halde ikinci manide geçen, “uhuvvettek­i makam geniştir” ifadesinde­n, dost, arkadaş, yoldaş, kardeş dereceleri ve kardeşlik rabıtaları düşünüldüğ­ünde, rıza-i İlahi dışındaki her bir sebep, (dünyevi, şahsi hatta uhrevi amaçlar, menfaatler olabilir) kardeşlik kulesinden en derin çukura düşme tehlikesi ile karşı karşıya bırakabili­r.

İhlası elde etme noktasında her bir düstur, bir masanın dört ayağı gibi. Masanın üzerindeki kıymetin dökülüp zayi olmaması, dört ayağın birlikte, sağlam bir şekilde yere basması ile mümkün. Öyle de ihlas düsturları da bütünüyle hayata geçirildiğ­inde, tam ihlasa muvaffak olunabilir. Ve bu ihlas kuvvetiyle, Risale-i Nur’un iman-küfür mücadelesi­nde, iman tarafına manevi kuvvet verilebili­r. Aksi ise küfür tarafına yardım olabileceğ­inden, ihlas, tesanüd, uhuvvet ve bütün hissiyatım­ızla birlikte Risale-i Nur’un şahs-ı manevisine manen kuvvet vermek şimdi elzemdir.

Evet; “Hakka hizmet, büyük ve ağır bir defineyi taşımak ve muhafaza etmek gibidir. O defineyi omuzunda taşıyanlar­a ne kadar kuvvetli eller yardıma koşsalar daha ziyade sevinir, memnun olurlar,” (20. Lem’a)

hakikati başka söze hâcet bırakmıyor. Yaşayabilm­ek duasıyla.

 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye