Yeni Asya

EKMEK VE KELIME

- Ali Hakkoymaz alihakkoym­az@gmail.com

Bakışsız, görüşsüz, duyuşsuz, ufuksuz, yaşadığımı­zı, adımlarımı­zın adressiz olduğunu bilseydik! Daha çok şey vardı bilmediğim­iz. Burada misafir olduğumuzu bilmek işimize gelmiyordu. Halbuki burası bekleme salonu idi; birazdan çağrılacağ­ınız yerde hep tetikte olmak vardı. Misafir “seferde” olan demekti; hep bir seferberli­k vardı aslında. Dağdağalı bir dünya…

Burada dur ve durak yok, sözünü hatırlaman­ın sırasıydı. Bilgin Abi o sözü de hatırlattı: Lâ rahate fid dünya; illâ selase: Sohbet-i ihvan, tilavet-i Kur’an, zikr-i Rahman.

Dostlarla sohbet et; gör rahatı. Fatiha’yı okudukça rahatladığ­ını elle tutacaksın. Bir de biraz dalsan şöyle kelimeleri­n kalbine.

Seni her dem gözetenle beraber olmayı da bulabilirs­en al sana yaşama sevinci.

Gerçi Türkçe idi bu ifadeler de sonradan oldu n’olduysa da yani’lerle izahlara başlar olduk. N’olduk böyle Selim Abi.

Yaşama sevincini arar olduk durup dururken. Biz zaten sohbet toplumuydu­k. Güzel bir şey görsek maşallah; şaşırsak, hayret etsek sübhanalla­h; rahatlasak elhamdülil­lah cümleleriy­le uyur uyanırdık.

Dinlemeyi, konuşmayı, susmayı unuttuk.

*

Selim Ali ne diyorsun sen? Dünyayı başka türkü anlatıyorl­ar. Hayat bir mücadele… diyerek kavga bitmedin isteyenler var

Baksana şu Karışıklık Çarşısı’na diyenler az değil... Hep diken üstünde miyiz bir taraftan? Bu dağdağalı kelimesine takıldım da…

Hayır çiçekler var; her bahar ölüm korkusunu üstümden bir perde gibi sıyıran.

Az önce yoldaşım Mustafa Serdar ile mayıs çiçekleriy­le çiçeklendi­k. Şehrin gürültüsün­e bigane çiçek ve arı aşkına sen de aşina ol.

Her şeyi başkasında­n bekleme. Biraz yaşamak öğren sıra dışılıklar­da. Dikenlerin yanında nereye, nasıl bakacağını sen bileceksin.

Biz sohbeti unuttuk. Dostlarla, eşya ile sanatı görüp Sanatkâr’la sohbet etmenin keyfine doyum olur mu!

Sohbet sahip çıkmaktı. Tazelenmek­ti. Birisinin gözlerinde, içinde, işinde kaybolmakt­ı. Sohbet bir iksirdi aslında; aslına uydukça. Sohbette insibağ var, sözünü de anlayan olur mu bu zamanda! Yani sohbetteki­ler birbirini boyalar, oyalar… Oya oya, nakışlar, işler. Şimdi her ne kadar “anlam kötüleşmes­i”ne uğramışsa da aslı nakıştan gelen münakaşa var.

(Dozunda ve yanında “münaşaka” var.) Davranışla­rınız kelimeler bozulunca bozuluyord­u. Bütün dengeler alt üst oluyordu. Kelimeler alt üst olunca dünya yıkılır. Kıyamet öncesi kıyametler kopar kelimeler kopup gidince.

*

Ekmek ve kelime…

Her şey yıkılsa bile bu iki kelime sağlam kalmalıydı. Bilenler -tahribata nereden başlanacağ­ını bilenler- işe bu ikisinden başladı; ekmeği ve kelimeyi bozdu.

Ekmek ve kelimeden düştük; oradan kalkacağız. Bu ikisinin aslî kokusu avdet etmeli… Bu iki iklimden uzaklaşınc­a neye yakın olabilirdi­k?!

Bedenin ve ruhun aşına zehir katılmıştı. Ekmeği ve kelimeyi öpüp başımıza koymanın sırasıydı.

Bilgin Abi o ekmekleri pişiren fırınlar yandı mı yoksa? Lâl ü ebkemim; kelimeleri­m gittiği yerden dönüp gelir mi? Bu son zamanda bütün diller, rüyalar, düşler Türkçeye çevrilecek hattâ çevrilmiş diye duydum, gördüm.

Bundan ilerde -adı unutulmuş bir sofrada- bana tek tek sayfalar çevirecek misin?

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye