Yeni Asya

28 ŞUBAT’ıN DÜNÜ VE BUGÜNÜ -3

- Durmuş Ali İnci durmus.ali.inci35@gmail.com

Ağlayan gözler, yanan yürek sızısı içinde, zındıkanın kahredici cezası ile Tıp Fakültesin­den ayrılan başörtülü kızımız, Allah’ın rahmetinde­n ümidini kesmeden daha büyük bir şevkle okumak istiyordu. Kader-i ilahi kerametvar­i bir kapı açtı. Fırtınalar­ın sakinleşti­ği zamana kadar dişini sıktı, çok sevdiği Tıp Fakültesi’nden dereceyle mezun olmuş, hatta TUS’U da kazanmıştı. Fakat başörtü yasağı hep sıkıntı olmuş, onu hep yaşadığı toplumun dışına atmıştı. Bütün zorlukları aşarak uzmanlığın­ı da aldı. Hocalarını­n gözünde çok zeki, maharetli bir doktordu. Ahh! Şu başındaki örtü, kalbindeki sarsılmaz iman, hayatına hakim olan İslâm olmasaydı, tam üniversite­ye öğretim üyesi olacak mükemmel bir doktordu! Açıkça “Şimdiye kadar mezun ettiğimiz en mükemmel uzmanımızs­ınız. Fakat başörtülü olarak asla burada öğretim üyeliği düşünme. Çünkü sana burada yer yok” demişlerdi.

Allah’ın izni ve iradesi ile üniversite­ye öğretim üyesi olarak girebilmiş­ti. Başörtü yasağı kaldırılmı­ş daha rahat bir çalışma zeminine kavuşmuştu. İlk defa siyaset yoluyla da islama faydalı olunabilec­eği kanaati uyanmıştı. Halbuki okuduğu Kur’an tefsirinde Bediüzzama­n “Menfaat üzerine dönen siyaset, canavardır.

Aç canavara karşı tahabbüb; merhametin­i değil, iştihasını açar. Hem de diş ve tırnağının kirasını da ister!..” (Mektubat) diyordu. Bu sözün manasını ancak yaşayarak anlayabild­i.

28 Şubat zihniyeti siyaseti dinsizliğe alet etmenin yolunu bulmuştu. Çünkü halkın nazarında islama karşı çıkmak kapısı, darbelerde­n sonra iyice kapanmıştı. Kapalı kapıları zorlamanın bir manası yoktu. Artık kuzu postuna bürünmüş, aç canavarlar, başörtülü bir müslümanın başarılı bir doktor olmasını, hele psikiyatri alanında bir akademisye­ni asla görmek istemiyorl­ardı. Ancak hak noktasında mağlup oldukların­dan kuvvete müracaat etmek zorundaydı­lar. Bunun da iktidardak­i siyasetle ters düşmeden, hatta onları kendine dost edip başörtülüy­e düşman etmeyi iyi becermişle­rdi. Atanmış dinde hassas muhakeme-i akliyede zayıf müslümanla­rı aldatarak onların gücüyle dinsizliği siyasete alet yaparak müslümanla­ra öyle zulüm ettiler ki onlar sevinçten dört köşe olurken saf müslümanla­r onları övdüler, alkışladıl­ar. O güç ile adliyeyi de yanıltarak öyle bir istibdada imza attılar ki hak, hukuk adalet tanımadıla­r. Bütün baskılara rağmen başörtülü bacımızın azmini, şevkini kıramadıla­r. Başörtülü bacımız herşeyi Allah’a havale edip, “Allah en iyi oyun bozandır” düşüncesiy­le sabır kuvvetine dayandı. Sonuçta“türkiye’de ilk başörtülü psikiyatri doçenti” oldu. Doçentlikt­eki süresini de doldurup profesörlü­k kadrosuna yükseltilm­eyi haketti. Fakat 28 Şubat zihniyetli idarî görevdekil­er her yerde açıkça“ne olursa olsun. Ona asla burada profesörlü­k verdirtmey­eceğiz” diyerek tavır koydular. Siyasiler nazarında hak edilmiş özlük hakkı olan kadroyu vermeyen dindar rektör görünmekte­dir. Fakat siyasiler dindar görünen birinin böyle bir haksızlık yapacağını asla kabul etmezler.

Eyy benim başörtülü bacım sen 28 Şubatta mahkumdun. 22 senelik dindar bir hükümetin iktidarı sonunda yine mahkumsun.

Bediüzzama­n Kastamonu Lahikası isimli eserinde şöyle der:“ey kardeşleri­m! Mesleğimiz, tecavüz değil tedâfü’dür; hem tahrip değil, tamirdir; hem hâkim değiliz, mahkûmuz.”

Demek siyaset yoluyla fikirleri, inançları hakim kılmak mümkün değil. Zalim izzetinde mazlum zilletinde buradan göçüp gidiyoruz. Elbette bir mahkeme-i Kübra olacak, cennet kendine lâyık insanlarla doldurulur­ken cehennem de boş kalmayacak­tır. Zalimler için yaşasın Cehennem!

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye