FIILIN ÂMIRINI TANıMA
Fiil, geriye doğru; kesb, irade ve meyelân merhalesi sürecinde gelişirken fiilin rengini tayin eden âmiri aramıştık. Dışarıdan ya da içeriden bir tahrikle meyelân başlarken ilgili hislerle hayal dünyası tasvirleri üretir ve akıl onları âmirin emri isteğinde eleyip, irade basamağında tercih yapılıp kesble fiil vukuu bulur.
Duygular hayal dünyasında yer ve şekil alırken iki yönlü istikamet kazanır. Kimi duygular bir tarafa doğru meyleder diğeri de tam aksi istikamete yürür. Aradığımız âmir ise bu iki yönün tayininde baskın olandır ya da fiilin kimlik ve rengini belli edendir.
İşte tam da bu esnada, mazideki malûmatımızda yer alan misaller hatıra geldi.
Bir seyahate çıkan yolcunun önüne çıkan iki yol ağzındaki yol tarifçilerin ifadeleri hatırlandı ve o sağ ya da sol yola sevkte, onların yönlendirmesi buradaki meselemize ışık oldu.
Vakıa Suresi’nin 27-41 ayetlerinde meymene ve meş’eme diye sağ ve sol yol tanımlarından hareketle o yolun vasfını belirten yol tarifçilerin hüviyetinin melekî-şeytanî, hayırlı-şerli-, iyi-kötü, kalbî/vicdanî-nefsî gibi sıfata sahip oldukları anlaşılır.
“Kalbin karanlık köşelerinde yatan manalar”1 ifadesi de bu konumuza yol açıcı. Kalbin yakınında lümme denilen merkezden meleklerin ilham, şeytan ya da nefsin vesvese attıkları bilgisinden hareketle âmirin mahalli tayin edilir.
Bediüzzaman “insanın fiilleri kalbin, hissin temayülâtından çıkar.”2, derken kalbî olan hayır, hissî olanı da nefsi olarak anlaşılabilir mi? Ki bu tesbitinin devamında şöyle der: “Hayır ise yapar, şer ise kendini çekmeye çalışır.” İşte hayır-şer olan bu iki cephenin temsilcisini ya da iki kutup başındakini, fiillerin âmiri olarak görmek mümkündür.
Fiillerin âmirini arama ve tanıma bahsinde karşımıza çıkan iki komuta kademesinin tevhidle alâkası yok. Fiilin yaratılması söz konusu olursa o zaman âmir elbette Allah’tır zira yaratıcı tektir. Burada söz konusu teklifî kadere muhatap olan cüz-i ihtiyârînin hayır-şer seçiminde tesirli olan iki tepe unsurdan bahsediyoruz.
Yirmi Yedinci Söz’de geçen; “Kalb, bir kumandan gibi, letaif askerleriyle kahramanâne maksada yürüsün.”3, ifadesindeki kalb; dünyanın, ahiretin, vücudun ve kibrin terkinde söz sahibi olarak âmiriyetinin sevkinde kalbin, tek başına değil de kendine bağlı olan latifelerini alarak beraberinde çekip çevirmesinden bahsedilir. Dolayısıyla burada işlemeye çalıştığımız âmiriyetle alâkası olmamalı.
Hem mesele, ahlâkî sorumluluğu gerekli kılan helâl-haram noktasından da ele alınmamalı zira o ayrı bir konu. Burada söz konusu edilen bir fiil zuhur ediyorsa ve bunun da hayır ya da şer gibi rengi söz konusu ise işte bu renk ve kimliği tayin edeni bahsediyoruz ve onu anlamak istiyoruz.4
D pnotlar:
1- Bediüzzaman Said Nursi, Muhakemat (2016), s. 97 (Unsuru’l-belâgat)
2- Bediüzzaman Said Nursi, Eski Said Dönemi Eserleri (Hutbe-i Şamiye), 2017, s. 265 3- Bediüzzaman Said Nursi, Sözler (2016), s. 560 4- Yazımıza yaptıkları yorumlarıyla katkıda bulunan; Abdülbaki Çimiç, Ahmet Çetin, Erdal Ağralı, Hidayet Koçak, Ethem Göktürk, Yusuf Doğan, Bekir Sevinç, Orhan Veli Bahar, Ramazan Karaoğlu, Tanıl Şereflioğlu, İsmail Erol ve diğer dostlara teşekkürler.
İnsan, varoluşunun anlamını merak eden bir varlıktır. Kendisi ve evren hakkında soru soran ve cevap arayan bir varlıktır. Bir düşünürün ifadesiyle “İnsan, insan olmayı kendine sorunlaştıran varlıktır.” Öyle garip bir varlıktır ki insan, kendini ve alemi okumaya çalışır ve bir anlam arar.
Öyle ki, bu arayış serüveninde farklı insan ve evren tasavvurları ortaya çıkmıştır. Bu tasavvurlar, insanın evrenle olan bağını farklı şekillerde yorumlamış ve insanın evrenle imtihanını farklı kriterlere göre açıklamıştır. Örneğin Yunan düşüncesine göre, evren sert ve katı bir düzene sahiptir. Bu düzende her şeyin bir nedeni, bir sonu ve bir gayesi vardır. Bu yüzden evrende determinizm egemendir. Bu durumda insan, trajedi yaşayan ve mahkûm bir varlıktır.
Hıristiyan teolojisi, evren karşısında trajik bir durumda mahkûm olan insan tipolojisini ilk günah