Yeni Asya

Hukuk-u umumiye içinde hamiyet-i diniye esas olmalı dr. ümİt acar:“mİlletİn

Dünyasının kurtulması­na çalışmak bİr puan değerİnde İse mİlletİn ahİretİnİn kurtulması­na vesİle olacak İşlerİ yapmak mİlyonlar değerİnded­İr. bu sebeple bedİüzzama­n hazretlerİ dİyor kİ;‘öyle İse, hukuk-u umumİye İçİnde hamİyet-İ dİnİye esas olmalı. hamİyet

- Dr. ümİt acar

Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesinin geçen haaki misafiri Ümit Acar idi. Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversite­si Öğretim Üyesi Dr. Ümit Acar, Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesinde iki haada bir icra edilen milliyetçi­lik ana temalı seminerler kapsamında “Hamiyet-i Diniye mi, hamiyeti milliye mi?” konulu bir seminer verdi.

*** illiyetçil­ik meseleleri­nin ve bu konulardak­i duruş ve tercihleri­n basit ve dünyevi siyasi tercihlerd­en ibaret olmadığını ve arkasında bir iman kuvveti ya da iman zaafiyeti meselesini barındırdı­ğına dikkat çeken Dr. Ümit Acar özetle şöyle devam etti:

MHamİyetİn Hakİkatİ

Hamiyet sahibi ve fedakar olmak insanı insan yapan en önemli erdemlerde­ndir. İnsan ömrünü ve hayatını ne için sarfederse hakiki hamiyet sahibi olmuş olur? Bu soru aslında “hamiyet-i diniye mi yoksa hamiyet-i milliye mi daha kıymetlidi­r” şeklinde de ifade edilebilir.

Bu soru bugünün ve her zamanın sorusudur. Ama bilhassa Batı kaynaklı milliyetçi­lik fırtınalar­ının İslam memleketle­rinde de estirilmey­e başlandığı yüz elli yıldan bu yana çok kıymetli ve cevabı da çok mühim bir sorudur. Nitekim Kur’an’ın zaman ve mekan üstü ve çağlar aşan bakışını en güzel ve doğru şekilde yansıtan Bediüzzama­n Hazretleri­nin bu konularda Hutbe-i Şamiye adlı eserinin sonuna eklediği bir hatıra ve mübahase konunun önemini ve doğru cevabı göstermeye yeterlidir.

Meşrutiyet­in ikinci defa ilan edildiği 1908 senesinden bir süre sonra 1911 Haziran ayında Sultan Reşat’ın Rumeli Seyahati kafilesine davet üzerine ve Şark vilayetler­ini yani o zamanki adıyla Kürdistan’ı temsilen Bediüzzama­n Hazretleri de iştirak eder. Trende, yolculuk sırasında iki öğretmenle bu konu üzerine uzun bir sohbet olur. Onlar “Hamiyet-i diniye mi, yoksa hamiyet-i milliye mi daha kuvvetli, daha lâzım?” diye sorarlar.

Bediüzzama­n Hazretleri o soruya tam da kendisine yakışan bir cevap verir:

“Biz Müslümanla­r indimizde ve yanımızda din ve milliyet bizzât müttehiddi­r. İtibarî, zahirî, ârızî bir ayrılık var” der. Yani bizim için dinden başka milliyet ve din bağından başka milliyet bağı yok ve olamaz.

Sebebini de şöyle açıklar: “Din, milliyetin hayatı ve ruhudur.”

Peki “İkisine birbirinde­n ayrı ve farklı bakıldığı zaman” ne oluyor?

Cevap belli: Hamiyet-i diniye, avama ve havassa şâmil oluyor yani dinî hamiyet elit veya halk demeden herkesi kuşatan bir duygu oluyor. Oysa hamiyet-i milliye, milletin ancak yüzde birine yani şahsî menfaatini millete feda eden fedakarlar­a mahsus bir duygu oluyor. Bu durum aynı zamanda bir vazife ve bir hak ihlaline de işaret ediyor.

kamu Hakkı açısından dİn ve mİllİyet

Bu durumda “Başkaların­ın benim üzerimde hakkı var, bu kamu hakkına riayet etmeliyim” diyen herkesin bu hukuk arayışının asıl karşılığı hamiyet-i diniyedir. Yani milletin dünyasının kurtulması­na çalışmak bir puan değerinde ise milletin ahiretinin kurtulması­na vesile olacak işleri yapmak milyonlar değerinded­ir. Bu sebeple Bediüzzama­n Hazretleri diyor ki; “Öyle ise, hukuk-u umumiye içinde hamiyet-i diniye esas olmalı. Hamiyet-i milliye ona hâdim ve kuvvet ve kal’ası olmalı.”

Öte yandan dünyevi terakkiyi ve ilerlemeyi düşünenler de bilhassa Doğu insanının ancak din duygusuyla hareket ederse dünyayı mamur edebileceğ­ini unutmamalı ve buna uygun bir sosyal düzen kurmalı.

Bediüzzzam­an Hazretleri­nin bu konudaki şu cümleleri de meseleyi ve farkı anlamaya yetiyor: “Hususan biz şarklılar, garblılar gibi değiliz. İçimizde kalblere hâkim, hiss-i dinîdir. Kader-i Ezelî ekser enbiyayı şarkta göndermesi işaret ediyor ki; yalnız hiss-i dinî şarkı uyandırır, terakkiye sevkeder. Asrı Saadet ve Tâbiîn, bunun bir bürhan-ı kat’îsidir.”

Din hissinden ve ahiret hedefinden mahrum bırakılmış ve sadece millî fedakarlık duygusuyla donatılmay­a çalışılmış bir milletin hakikaten terakki edebileceğ­i fikri zaten yanlıştır. Böyle bir terakki, olsa bile, insanın ve toplumları­n asıl ihtiyacını gidermez ve gideremez.

Üstelik Bediüzzama­n’ın fiadesiyle “Hamiyet-i diniye ve hamiyet-i İslâmiye, en kuvvetli ve metin ve arştan gelmiş bir zincir-i nuranîdir. Kırılmaz ve kopmaz bir urvetü’l-vüskadır. Tahrib edilmez, mağlub olmaz bir kudsî kal’adır.”

İmansız mİllİyetçİ­lİk ve korkakları­n cesaretsİz­lİğİ

Muhataplar­ının bu sözü iddialı görüp delil istediği sırada, içinde oldukları tren bir tünelden çıkıyor. Pencereden baktıkları­nda altı yaşına girmemiş bir çocuğu şimendifer­in geçeceği yolun hemen yanında durmuş ve treni seyreder halde olduğunu görüyorlar. Bu hadise Üstad Bediüzzama­n’ın kıvrak zekasında sorunun cevabına yardımcı bir örneğe dönüşüyor ve şunu söylüyor:

“İşte bu çocuk lisan-ı haliyle sualimize tam cevab veriyor. Benim bedelime o masum çocuk, bu seyyar medresemiz­de üstadımız olsun. İşte lisan-ı hali bu gelecek hakikatı der:

“Bakınız bu dabbetülar­z, dehşetli hücum ve gürültüsü ve bağırmasıy­la ve tünel deliğinden çıkıp hücum ettiği dakikada, geçeceği yolda bir metre yakınlıkta o çocuk duruyor. O dabbetülar­z tehdidiyle ve hücumunun tahakkümü ile bağırarak tehdid ediyor. ‘Bana rast gelenlerin vay haline’ dediği halde o masum yolunda duruyor. Mükemmel bir hürriyet ve hârika bir cesaret ve kahramanlı­kla beş para onun tehdidine ehemmiyet vermiyor. Bu dabbetülar­zın hücumunu istihfaf ediyor ve kahramancı­klığıyla diyor:

“Ey şimendifer! Sen ra’d ve gök gürültüsü gibi bağırmanla beni korkutamaz­sın.

“Sebat ve metanetini­n lisan-ı haliyle güya der: ‘Ey şimendifer! Sen bir nizamın esirisin. Senin gem’in, senin dizginin, seni gezdirenin elindedir. Senin bana tecavüz etmen haddin değil. Beni istibdadın altına alamazsın. Haydi yolunda git, kumandanın­ın izniyle yolundan geç.”

Yani o çocuk o koca trenin bir kural ve kaide içinde hareket ettiğini biliyor ve bu bilgisi iman seviyesind­e. Bu sebeple de korkmuyor. Oysa eski çağların en cesur ve hatta hatalı olarak yarı tanrı kabul edilen insanları, mesela Yunanlılar­ın Herkül’ü veya İranlıları­n Rüstem’i o çocuğun olduğu yere konulsaydı ve tünelden çıkan treni onlar hayatların­da ilk defa görselerdi “şimendifer­in bir intizam ile hareket ettiğine bir itikadları” olmayacağı için o meşhur ve hârika cesaretler­ine rağmen korkacakla­rdı ve kaçacaklar­dı. Hikmetini ve kaidelerin­i bilmedikle­ri bu kuvvet karşısında hürriyetle­ri, cesaretler­i ve şöhretleri mahvolacak­tı.

İşte, altı yaşından da küçük olan bu çocuğa bir trene karşı o iki kahramanda­n ziyade cesaret ve hürriyet veren, onun tren ve raylar hakkındaki bilgisi ve itikadı ve itminanı ve imanıdır. Ve o iki kahramanı gayet korkutan ve vicdanları­nı vehme esir eden, onların onun kumandanın­ı bilmemek ve intizamına inanmamak olan cahilane itikadsızl­ıklarıdır. - devam edecek -

 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye