Yeni Asya

GEL, BUGÜN NEVRUZ-U SULTANÎDIR

- Bediüzzama­n Said Nursî

GONUNCU SURET

el, bugün nevruz-u sultanîdir. Bir tebeddülât (HÂŞİYE) olacak, acib işler çıkacak. Şu baharın şu güzel gününde, şu güzel çiçekli olan şu yeşil sahraya gidip bir seyran ederiz.

İşte bak, ahali de bu tarafa geliyorlar. Bak, bir sihir var; o binalar birden harap oldular, başka bir şekil aldı. Bak, bir mu’cize var; o harap olan binalar birden burada yapıldı. Âdeta bu hâlî bir çöl, bir medenî şehir oldu. Bak, sinema perdeleri gibi, her saat başka bir âlem gösterir, başka bir şekil alır.

Buna dikkat et ki; o kadar karışık, sür’atli, kesretli, hakikî perdeler içinde ne kadar mükemmel bir intizam vardır ki, her şey yerli yerine konuluyor. Hayalî sinema perdeleri dahi bunun kadar muntazam olamaz. Milyonlar mâhir sihirbazla­r dahi bu sanatları yapamazlar. Demek, bize görünmeyen o padişahın çok büyük mu’cizeleri vardır.

Ey sersem! Sen diyorsun: “Nasıl bu koca memleket tahrip edilip, başka yere kurulacak?”

İşte görüyorsun ki, her saat, senin aklın kabul etmediği o tebdil-i diyar gibi, çok inkılâblar, tebdiller oluyor. Şu toplanmak, dağılmak ve şu hâllerden anlaşılıyo­r ki, bu görünen sür’atli içtimalar, dağılmalar, teşkiller, tahripler içinde başka bir maksat var. Bir saatlik içtima için on sene kadar bir masraf yapılıyor. Demek bu vaziyetler maksud-u bizzat değiller; bir temsildir, bir taklittirl­er; o zat, mu’cize ile yapıyor. Tâ suretleri alınıp terkip edilsin ve neticeleri hıfzedilip yazılsın; nasıl ki, manevra meydan-ı imtihanını­n her şeyi kaydediliy­ordu ve yazılıyord­u.

Demek, bir mecma-ı ekberde muamele, bunlar üzerine devam edip dönecek. Hem bir meşher-i a’zamda daimî gösterilec­ek. Demek, şu geçici, kararsız vaziyetler; sabit suretler, bâkî meyveler veriyorlar.

Demek, bu ihtifâlât bir saadet-i uzmâ, bir mahkeme-i kübra, bilmediğim­iz ulvî gayeler içindir.

Bu Suretin remzini Dokuzuncu Hakikat’te göreceksin. Meselâ, Nevruz günü bahar mevsimine işarettir; çiçekli, yeşil sahra ise bahar mevsiminde­ki rûy-i zemindir. Değişen perdeler, manzaralar ise fasl-ı baharın ibtidasınd­an yazın intihasına kadar, Sâni-i Kadîr-i Zülcelâl’in, Fâtır-ı Hakîmi Zülcemal’in kemâl-i intizam ile değiştirdi­ği ve kemâl-i rahmet ile tazelendir­diği ve birbiri arkasında gönderdiği mevcudat-ı bahariye tabakàtına ve masnuat-ı sayfiye taifelerin­e ve erzak-ı hayvaniye ve insaniyeye medar olan mat’ûmâta işarettir.

HÂŞİYE: LÛGATÇE:

Fâtır-ı Hakîm-i Zülcemal: her şeyi bir maksada uygun ve hikmetle, benzersiz bir şekilde yaratan, güzellik sahibi Allah.

ibtida: başlangıç.

ihtifâlât: törenler, merasimler.

intiha: son.

kesretli: sayıca fazla.

masnuat-ı sayfiye: yaz mevsiminde sanatla yaratılan varlıklar.

mat’ûmât: yiyecekler.

mecma-ı ekber: en büyük toplanma yeri; mahşer.

meşher-i a’zam: çok büyük sergi yeri.

nevruz-u sultanî: sultanın ilân ettiği bahar bayramı.

rûy-i zemin: yeryüzü.

saadet-i uzmâ: en büyük ebedî mutluluk.

Sâni-i Kadîr-i Zülcelâl: sonsuz celâl ve kudret sahibi olan ve her şeyi bir izzet, heybet ve hikmet ile yaratıp, sanat ile donatan Allah.

seyran: gezinme, gezinti.

tebdil-i diyar: yer değiştirme, göç.

tebeddülât: değişiklik­ler.

Gel, bugün nevruz-u sultanîdir. Bir tebeddülât olacak, acib işler çıkacak. Şu baharın şu güzel gününde, şu güzel çiçekli olan şu yeşil sahraya gidip bir seyran ederiz.

 ?? ??
 ?? ??
 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye