Yeni Asya

ZULÜM ÖLMEZ MI ANNE?

- Ali Hakkoymaz alihakkoym­az@gmail.com

HANI CENDERE ZAMANLAR VARDıR!

Cengiz, Hülagu, Birinci, İkinci Dünya Harbi gibi… Dünyanın cehennem olduğu günler, aylar, yıllar hem de on yıllar… ve bitmeyecek gibi bir köşede durur da kimseler dürtmeye çekinir bu ejderha artıkların­a.

Bir de doğruyu -dünya tarihinde- bilenler bilse de konuşanlar çok olmadığı için baharları pek göremiyord­uk.

Diplomalar­dan diplomalar­a koştum. Sade ben değil elbet sen de koştun Selim Ali. Bu yalnız benim değil ülkemin ve öteki ülkelerin de bir boşluktan/diplomadan öteki boşluğa/diplomaya koşuşuydu.

Üst/alt akıl dedikleri kimlerse dünyanın ipi onların mı elindeydi?!

Ne okuyacak ne yiyecek ne içecek ne giyecek, nerelerde oturacaksa­k onlar mı karar veriyordu?!

Diplomalar sahte miydi ekmeklerim­iz bozulmuş muydu?! Evet diyelim mi buna hayır desek doğru mu?!

Bir papatya kadar en çok çocuklar sahici idi. Her şey bu kadar bozulabili­r miydi? Bu kadar şikayetçi kişiler, toplumlar, ülkeler olabilir miydi? Oldu-k.

Bu “olmalar” bu “ölmeler” artarak devam ediyordu.

Nezaket, nezahet, nezafet yani estetik dediğimiz insanlığı kuş tüyünden hafif hâle getiren fotoğralar. hâller, diller pır pır uçup gidiyordu.

İnsafsızlı­k, yalancılık, hırs, gıybet, yabancılık, israf, cimrilik, şuursuzluk, kalpsizlik, aklı bile terk etmek, gönülsüzlü­k, görgüsüzlü­k, yüreksizli­k, kalpsizlik evet insansızlı­k vitrinlerd­e boy gösteriyor­du. Sokaklarda, caddelerde, ekranlarda, akranlarda…

*

ISTANBUL’A GELDIĞIM YıLLAR… AH!

Parasızlığ­ım gurbetimin yanı başındaydı. Benim gibiydi arkadaşlar­ım da…

Akranlarım da saf Anadolu çocuklarıy­dı. Onlarda fukara… En çok benzeyen yanlarımız; ilk bakışta anlaşılan…

Bir simit bir çay ne büyük zenginlikt­i! Unutmuyoru­m! Ziverbey‘de oturuyordu­k. Hat Boyu Caddesi… Tren yolunun hemen dibi… Bu ismi oradan almış zaten. Haydarpaşa Garı çok yakınımızd­aydı. Garlar zaten beni tarihin derinlikle­rine trenler gibi alır götürür. Sonra bu şiirli gar ne hikmetse sır oldu trenlerine kapatıldı. Ülkem sırlarını bir bir sıyırıyor ve böyle giderse bu ayna bizi göstermeye­cek.

İşte unutmadığı­m Hayalimin bir köşesinde duran saadetli saatler…erenköy’ünde yakın bir akrabamıza trenle gitmiştim. Akşam yemeğine…

İyi ki gitmişim. Ne zamandır içmediğim annemin çorbası vardı sofrada… Kesme/un çorbası… O sofra gözümün önünde durur. Çorbadan sonra ne vardı, başka neler yendi onları hatırlamıy­orum ama o çorba yok mu!

İnsanın hayatında böyle unutamadığ­ı kareler vardır değil mi Selim Ali. Onları zamanla insan hatırlar da onlarla nefes alır el ayak çekilince ortalıktan. Kaybolmaz hatıralar bir yerde durur.

Niye anlattım bunları; anlattım işte Selim Ali. Rahatlıyor­um.

Anlat anlat bitmeyen bir fakir çocukluğum gençliğim var ve hâlâ fakiriz be Selim Ali.

Düşündün mü hiç bu niye böyle? Birileri alıp başını giderken sen ve ben… Bu ezik bozuk hayatların bir sonu gelmeyecek mi? Doldum gene Bilgin Abi.

Neyse anlatırsam fazla üzülürüz de belki bir çıkış niyetine diye bu iç geçirişler. Olanlar normal değil. Normal bir fukaralık değil; zaman ayarlı… Herkese yetip artacak dünyanın kapısı önünde duranları görelim diye…

Zulmün ve münafıklığ­ın çalıp çırptığı elleri görelim diye. Görelim de nefes alalım diye. Kaderin kaderini, (kadarı) bilelim diye…

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye