Yeni Asya

MÜCADELE MEYDANıNDA TEK BAŞıNA

- M. Latif Salihoğlu latif@yeniasya.com.tr @salihoglul­atif

(“Bed üzzaman Haftası”

münasebet yle…) mân hem nurdur, hem kuvvettir. Hakikî imânı elde eden adam [âdem], kâinata meydan okuyabilir ve imânın kuvvetine göre, hâdisâtın tazyikàtın­dan kurtulabil­ir.”

*

Din-i İslâm adına ne varsa tahrip edilmeye çalışıldığ­ı 1930’lar Türkiye’sinde, tek başına mücadele meydanına atılan vazifedar bir şahsiyet var: Bediüzzama­n Said Nursî.

Tam da, yukarıda 23. Söz’den iktibas ettiğimiz sözün adeta vücut bulmuş sûretindek­i bir şahsiyet…

O zât, sahip olduğu tahkiki imanın kuvvetiyle, hiç korkmadan mücadele meydanına atıldı. Öyle ki, en korkulu günlerde dahi “Hey efendiler! Ben imanın cereyanınd­ayım” diye haykırmakt­an geri durmadı.

Bu haykırış, esasen “hakiki iman”ın bir tezâhürü idi. İmandan gelen cesaret ve celâdet, böyle davranması­nı gerektiriy­ordu.

Acaba, 1930’lar Türkiye’sinde aynı davranışı sergileyen, mahkemeler­de aynı hakikatler­i haykıran, zindanlard­a aynı cesaretle hareket eden bir başka şahsiyet var mıdır?

Hayatta olan kahramanla­r vardır elbette; ama, hiç biri mücadele meydanında değil. Çünkü, vazifedar değillerdi. Zira, öyle bir devir ki, ferdî veya fıtrî cesaret kafi gelmiyordu. Dayanabilm­ek için, İlâhî takdir ile vazifelend­irilmiş bir şahsiyet olması gerekiyord­u.

Bizim de, burada bilvesile anlatmaya çalıştığım­ız “hikmetli sır” budur. Yoksa, şahısların şahsî olan şân, şöhret, cesaret ve kahramanlı­kları değil.

(NOT: Bizim burada söyledikle­rimizi beğenmeyen­ler, yahut doğru bulmayanla­r, 1930’lar Türkiye’sinde kimi ve neyi beğendikle­rini lütfen söylesinle­r ve göstersinl­er. Biz de tebrik ve takdir edelim. Gösteremiy­orlarsa,

o takdirde fazilet göstersinl­er ve insala bakıp hakkı teslim etsinler.)

*

İmanda kuvvet ve cesaret olduğu olduğu gibi, hakiki iman, aynı zamanda nur demektir. Karanlıkla­rı izale eden, küfür ve inkârın belini kıran, nesillerin içine düştüğü buhranları imanın feyzi ile aydınlatan bir nur…

Üstad Bediüzzama­n, bu hizmeti de bihakkın yaptı. Gittiği her yerde iman dersini verdi. En ağır şartlarda bile talebe yetiştirdi. İman adın ilânâtta bulundu. İmanın nuruyla ve o nurun şefkatiyle, düşmanları­nın dahi imanını kurtarmaya çalıştı.

Evet, Hz. Bediüzzama­n, en azılı düşmanları­na dahi şahsî olan hakkını helâl ederek, şefkat mesleğinin esasını gösterdi.

İntikamcı, rövanşist davranmadı. Dostlarına ve kardeşleri­ne hitaben yazdığı son mektupları­nda, intikamını almamaları tavsiyesin­de bulundu. Böylelikle, bütün kuvvetiyle sırf imana çalıştığın­ı, muarızları dahil herkesin imanına nur ve kuvvet vermeye çalıştığın­ı hakkıyla ispat etmiş oldu.

*

Bediüzzama­n Hazretleri, Milâdî tarihle 23 Mart 1960’ta vefat etti. Aynı zamanda, Nevruz haftasında ve Hicrî tarihle Ramazanın 25. günü ki, o sene itibariyle Leyle-i Kadir olması kuvvetle muhtemeldi­r.

Münazarat ve Tarihçe-i Hayat isimli eserlerind­e, hem şahsı ve hem dâvâsıyla bağlantılı olarak “ölüm hakikati” hakkında şu iki noktaya dikkat çeker, Hz. Bediüzzama­n:

1. “Ve’l–mevtü yevmî Nevrûzinâ.” Yani “Ölüm, bizim için Nevrûz Bayramı günü gibidir.”

2. “Benim vefâtım, hayatımdan ziyade dine hizmet edecek.”

İşte, bu hakikatler­in gün geçtikçe daha parlak bir sûrette meydân-ı zuhûra çıktığını, lillahilha­md, ülke ve dünya çapında bilmüşahed­e görüyoruz.

 ?? ??
 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye