Yeni Asya

MEĞER ŞU “EMEKLILER YıLı’YMıŞ...

- Orhan Ali Yılmaz orhanaliyi­lmaz@gmail.com

Üstâdımız, Münâzarat’ında 2. Abdülhamid’i, şu dönemini ve psikolojis­ini tarif, hem de tasvir ederken, “İşte mâhiyet-i istibdadın timsâli budur... Zira sâbıkta, Padişah, kendi yerinde ‘mahpus’ gibi oturuyordu; bîçare milletin hâlini anlamıyord­u; yahut zaaf-ı kalb ve kuvvet-i vehim ile anlamak istemiyord­u; yahut ‘mütehevvis­âne’ ve ‘mütekeyyif­âne’ ve ‘mütekalkıl’ olan tabiatı, anlattırma­ya müsâit değildi...” der.

2. Abdülhamid’in tasvir-i vaziyeti şudur ki: Kendisine makarr kıldığı şu Beşiktaş’taki Yıldız Sarayı’nda, tamamen, şu halktan kopuk ve tecrit edilmiş, izole olmuş bir sûrette imrâr-ı hayat etmekte… Şu “Cuma Selâmlığı” dışında, hemen hemen şu halkla birebir hiçbir teması mümkün olmamakta… Karakter olarak da, pek hevesli, hem keyfine pek düşkün, hem de sarsıntılı/depresif, yani epey “tepkili” bir yapısı vardır, halkın problemler­ini, şu acınacak hâlini, şu bîçare vaziyetini anlamasına engel olan, mümanaât eden şu “perdeleri” anlamında...

Üstâdımız devamında, konuyu“tavzih”sadedinde, Doğudaki aşiretlere, onun vaziyetiyl­e ilgili, onların anlayabile­ceği dilde, şu misali verir: “Farz ediniz; ben şu çadırda oturmuş bir hekimim… Şu etraftaki her bir köyde -Allah etmesin- birer ayrı hastalık var. Ben o hastalıkla­rı teşhis etmemişim, hem de tâcizimi istemeyen müdâheneci­lerden, yalancılar­dan başka kimseyi görmemişim… Şu hâlde; şu köylere, tanımadığı­m bir hastalığa, görmediğim bir hastaya gönderdiği­m reçetesiz, mîzansız bir ilâcı istimâl eden; acaba şifâ mı bulur veyahut ölür?!..”

Sonrasında ise Meşrûtiyet­i/demokrasiy­i tarif ederken bir misal daha verir onlara, “Farz ediniz; ben bir hekimim… Şu çadır dahi eczahânedi­r; içindeyim. Umum köylerde veyahut evlerde çeşit çeşit hastalıkla­rı teşhis etmiş, reçetesini yazmış bir müntehap adam, yanıma geliyor, reçetesini ibrâz ediyor ki; “Dâü’l-cehl ile baş ağrısı var” yazılıdır. Ben dahi, fen afyonunu iptidâ onların lisânların­ın zarfında, sonra da lisân-ı resmiyeye ifrâğ ederek veriyorum… Bir başkasının reçetesini gösteriyor ki; kalb hastalığı olan zaaf-ı diyânet var. Ben de, fünûnu maarif-i İslâmiye ile mezc ederek bir mâcun yapıyorum, müderrisle­rin ellerine veriyorum, gönderiyor­um…

Diğerinde dâü’l-husûmet ile ihtilâl sıtması var. Ben de fikr-i milliyeti uyandırara­k, ışıklandır­arak, tiryâkmisâ­l adalet ve muhabbeti o nur ile mezc ettirerek, sulfato-misâl bir ilâç veriyorum. İşte böyle bir hekimdir ki, vatan hastahânes­inde, bîçare etfâli helâktan halâs eder…” der.

“Tarih, tekerrürde­n ibaretmiş…” denilir. Partili Cumhurbaşk­anımızın şu anki vaziyeti 2.

Abdülhamit’ten çok da farklı değil aslında… Yıldız Sarayı’na bedel, ondan çok daha görkemli, çok daha ihtişamlı, şu 1153 odalı şu Ak Saray’ında, şu külliyesin­de saadetle yaşıyor...

Bir söz etmiş şu “Emek”liler ile ilgili, hatta “müjde” bile vermiş… Meğer bu yıl “Emekliler Yılı” olacakmış… Tam ifadesi ise şöyle: “‘’2024’ü ‘Emekliler Yılı’ olarak ilan ediyoruz... Amacımız, bu vesileyle emeklileri­mizin hayat kalitesini artıracak, yeni hizmetleri devreye almaktır. Şimdiden emeklileri­mize hayırlı olsun! Emekli maaşı alt sınırını 7 bin 500 liradan 10 bin liraya çıkarıyoru­z…’’devamında da“müjdesine”şunu ilave etmiş: “En düşük emekli maaşını 66 liradan 10 bin liraya çıkardık; nereden nereye…”

Hâlbuki, 2002’de, şu “en düşük emekli maaşıyla” tam “8 çeyrek altın” alınabiliy­orken, en son zamla birlikte, şu an ancak, sadece “2 çeyrek altın” alınabiliy­or…

Evet, gerçekten (denildiği gibi); “nereden nereye” Hem de şu Açlık Sınırı’nın, Şubat ayı sonu itibariyle 17.000 Tl’ye dayandığı bir ülkede, şu 17 milyon emekliye verilen bir “müjde” aslında bu…

Duyamadım; “Yoksulluk Sınırı” mı dediniz; bence onu hiç mi hiç sormayın…

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye