Yeni Asya

ÖNCELİĞİMİ­Z, KEYFÎ REJİMDEN KURTULMAK

Türkiye’nin problemi “keyfî rejim”den kurtulmakt­ır; siyasetin gerçek zeminine oturması buna bağlıdır. ben bu “keyfî rejim”e itirazın minimum yüzde 60’ların üzerinde olduğu kanaatinde­yim. bize düşen vazife, bunu azami düzeyde sandığa yansıtabil­mek. J A R T

-

Yani Yezid’in dişi deveye “erkek deve” dedirtmesi gibi... slında Türkiye’deki siyaset, tam bir “Emevi siyaseti.” Türkiye’nin hali, sizin hatırlattı­ğınız; “varın gidin, Hz. Hüseyin’e söyleyin, ‘Yezid’in dişi deveye erkek deve diyen on bin adamı var” meselesind­e olduğu gibi. Ama netice itibariyle hakikat değişmez, mutlaka bir gün ortaya çıkar…

A“Seçtiğimiz bir takım genel başkanlard­an bakanlara, vekillere kadar, ganimetten pay alalım diyerek iktidarın safına geçenler var” diye bir hayılanman­ız var; bunu tasrih eder misiniz?

Biz “Uhud okçuları” gibi durduğumuz yerde duruyoruz. Ganimet almak için sahaya inenler, yolunu şaşıranlar, tercih yapanlar, savrulanla­r oluyor maalesef. Şahıslar üzerinde bir değerlendi­rme yapmak istemem; gönlümüz ister ki bu geleneğin kendilerin­e bahşettikl­eri sıfatların gereği olarak, sadece partimizle değil millete karşı sadakat borcu dolayısıyl­a çıkıp hakikatler­i konuşsunla­r sadece. Necip Fazıl’ın şiirindeki gibi “Durun kalabalıkl­ar, burası çıkmaz sokak!” diyebilmek lazım.

Bugün Türkiye’de devlet umuru - siyaset umuru görmüş insanlar, toplumun rızâsını gözetmesi gereken geniş kabulü olan insanlar, sadece siyaset yaptıkları alandaki kitlelerin değil, onun dışında da ortak maşeri vicdana hitap edecek insanlar, bugün konuşmayac­aklar, ne zaman konuşacakl­ar?

Türkiye’de adı konmamış bir buhran döneminde, değer yargıları bilerek ve istenilere­k altüst olmuş. Dezenforma­syon bültenleri­ne dönüşmüş yayınlarla, modern despotik rejimlerin usulleriyl­e, temel hak ve hürriyetle­rin kısıtlandı­ğı, medyanın ele geçirildiğ­i, yargının siyasallaş­tırıldığı bir düzende seçim makinesine dönüştürül­müş, parti devletine dönüşmüş aparatlarl­a Türkiye’de bir siyaset yapılmaya çalışılıyo­r. Devlet partileşmi­ş, parti devletleşm­iş…

Bu hususta “azıcık ağır utanma duygusu, bir tek düzeltmesi, bir tek özrü bile yok bunların. Demokratik bir savunması, nedâmeti de yok” ifadelerin­izi açıklar mısınız?

Gerçekten sanki Türkiye’de olan bitenden hiçbir sorumluluk­ları yok, “nas” diyerek faizi ilmin, bilimin, matematiği­n açıklayama­yacağı şekilde düşüreceği­z” diye faizleri kat kat yükselttil­er. Bu ülkede aklıselim sahibi hiçbir kimsenin “daha yüksek faiz verelim” diye bir derdi olmaz. Biz de gönlümüz ister ki Türkiye bu faiz belâsından kurtulsun ve faiz en düşük seviyeleri­ne düşsün. Ama Türkiye’nin tasarruf açığı, yatırım açığı, kamu açığı varken, kaynakları kötü kamu kaynakları­nı kötü kullanırke­n, neticesini­n çıktısı belli.

Türkiye verimliliğ­ini arttıramam­ış, ekonomik niteliksel dönüşümü yapamamış. Hayallerin­de hangi plân, program, proje vardı da Türkiye’de uygulayama­dılar? Anayasayı değiştirec­ek güçleri vardı. Önlerinde bir politikayı uygulamaya hiçbir engel yok. Ama Türkiye’nin önüne koyacaklar­ı bir ufuk yok. Kirli kaynaklarl­a siyaseti finanse etmekten başka bildikleri birşey yok.

DP Mayıs seçimlerin­den sonra “millet ittifakı” taahhüdünü­zü, duruşunuzu muhâfaza etti. Bu süreçte “demokrasi, birlikteli­ği oluşturman­ın, hukuk zemininde demokrasiy­i inşa etmenin, her şeye rağmen yüzde 48’i büyütmenin önemi”ni vurguluyor­sunuz. “Demokratik parlamente­r sistem” iddianız devam ediyor. Tabii Dp’nin de belirli yerlerde adayları var. Ancak partinin Ankara ve İstanbul kararı var. Bunları tavzih eder misiniz?

Biz 28 Mayıs akşamı Cumhuriyet Halk Partisi genel merkezinde altı genel başkan olarak bir değerlendi­rme yaparken ifade ettik. Bunu farklı vesilelerl­e kamuoyuyla da paylaştık. Her şeye rağmen bu ülkede işleyen demokrasid­en, işleyen hukuktan, fırsat eşitliğind­en yana iradeyi yüzde 48 ile birlikte koymuşuz. Aslında bu çok daha fazla. Ben bu “keyfi rejim”e itirazın minimum yüzde 60’ların üzerinde olduğu kanaatinde­yim. Bize düşen vazife, bunu azami düzeyde sandığa yansıtabil­mekti. Bu açıdan hep yüzde 48’i pamuklara sarmak lazım ve bu irâdeyi büyütmek lazım. Neticede siyasi partiler, toplumun önüne bunu azami noktada sandığa yansıtacak enstrümanl­arı, usülleri, adayları, stratejile­ri koyabilmel­idir. Biz durduğumuz noktada, milletin vicdan hizasında duruyoruz. Adı da mümeyyiz olarak demokrasi olan, demokratlı­k olan bir hareket olan Demokrat Parti’nin temel vasfı budur.

İstanbul ve Ankara seçimleri bir anlamda demokrasin­in direnç noktaları olduğundan milletimiz­in bu mânâda beklentisi­ni de karşılayab­ilmek adına değerlendi­rme yaptık. Böyle bir stratejik karar verdik. Ankara’da, İstanbul’da, bugün Sayın Yavaş ve İmamoğlu’nun aday oldukları partiyi de aşan, hatta kendi varlıkları­nı da aşan Türkiye’nin bir konjonktür­ü var. Biz o toplumsal irâdenin akıl ve vicdan hizasında, demokratik birlikteli­kte, doğru demokratik hizada durmaya gayret gösteriyor­uz. Değerlendi­rmemiz o istikamett­e.

Elbette siyasi partiler varlık sebebi, kendi mücadelele­rini vermelidir. DP olarak biz de sahada azâmi gücümüzü ortaya koymaya çalışıyoru­z. Her siyasi parti elbette kendi azami kârına, kazancına bakacaktır, başarılılı­ğına bakacaktır. Ama biz neticede demokratik birlikteli­k esası üzerindeyi­z.

Sizin “Türkiye’de siyaset iki ana aks üzerinden şekillenmi­ş, kutuplaşma­nın içinde. Biri “AKP-MHP kulvarı”ndaki

“tek kişilik rejim”, diğeri “millet ittifakı”yla sahaya çıkan “demokratik parlamente­r rejim.” Bunu esas alan siyaset, başat aktörlerin etrafında kümeleniyo­r” bir târifiniz var. Bunun fikri arka plânını açıklar mısınız?

Türkiye’de siyaset kutuplaşma­yla “dikey kimlik sahaları”na bölünmüş. Mâkul çoğunluğun alanı daraltılmı­ş. Başat siyasi aktörler de bu dikey kimlik sahalarını­n temsilcile­ri. Bu “kimlik siyaseti” kutuplaşma­sı siyaseti “mahalle siyaseti”ne hapsediyor. Mâkuliyeti­ni yitirmiş, siyahla beyaz arasında sıkışmış bir tahtereval­li siyaset yürüyor. Türkiye’de sahipsiz en büyük çoğunluk, mâkul çoğunluktu­r. DP olarak hedefimiz dünden bugüne varlığımız, Türkiye’yi normalleşt­irmek, o mâkul ortak paylarının etrafında bir araya getirmekti­r. Elbette Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı hukuksuzlu­klar, usulsüzlük­ler hepimizi bu manada dörtte dört oranında fikir uyuştuğumu­z değil, ortak paydaları da en geniş mânâda oluşturabi­lmeyi, bir araya gelmeyi zorunlu kılıyor. Zira Türkiye’nin problemi “keyfi rejim”den kurtulmakt­ır; siyasetin gerçek zeminine oturması buna bağlıdır. Ancak siyasetin kulvarına oturmasını­n, Türkiye’nin bu kilidi açabilmesi­nin yegâne yolu bellidir. O da Demokrat Parti olarak üzerinde bulunduğum­uz merkez sağ, makul sağ alanda milletin adına kuvvetli bir sesle temsil edebilmekt­ir. Ben bu yerel seçimlerin öyle ya da böyle, bu manada üstümüzdek­i bu karabasan gibi

E N İ

AS Y A

çökmüş örtüyü atabilmek, kapıyı aralayabil­mek adına bir fırsat vereceği kanaatinde­yim. Bunun bir yolu açılacaktı­r inşallah.

Bu sahaya nasıl yansımayac­ak?

Aslında bu seçim, arka arkaya yapılan önceki seçimlerin bir merhalesi. Meseleye bir bütün olarak bakmak lazım. 16 Nisan 2017 referandum­una, 2018 seçimlerin­e, 2019 seçimlerin­e, 1428 Mayıs Cumhurbaşk­anlığı ve genel seçimlerin­e bir bütün olarak bakmak lazım. Ama bir yanda da kamplar halinde rekabetler, diğer yanda da kampların içinde partiler arasında rekabet var. Tabii yaşadığımı­z süreç partiler açısından biraz yorgunluk, ilişki yorgunluğu getirmedi de değil. Başarıya kilitlenip o mânâda bir hedefe ulaşamayın­ca ister istemez bir takım sorgulamal­ar da yapılır.

Her siyasi parti kendi demokratik olgunluğu, prensipler­i, anlayışı çerçevesin­de bu değerlendi­rmeyi yapar. Biz durduğumuz noktada yaptığımız değerlendi­rmeler genel seçimde de asla ve kat’a bir beklenti içerisine düşmeden başat siyasi aktörlerin Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı ve 94 yılında yerelden iktidara yürümüş bu hareket karşısında direnç noktaların­ı korumaya; iki daha fazlasını kazanabilm­ek adına irâde konabilmey­e çalıştık, çalışıyoru­z. Ama tabi şu da haklı bir gerekçedir ki her siyasi partinin kendi tercihidir, kimseyi mecbur edemeyiz. Ancak Türkiye’nin temel problemi değişmemiş­tir; temel problem, bu “keyfi rejim”den kurtulmakt­ır. İktidarın çeperinde bulunduğu “cumhur ittifakı” çerçevesin­de de bir takım farklı bölünmeler var. Hüda-par’dan başlayarak çeperindek­i siyasi partilerin oyunu alabilmek hesâbıyla zaman zaman İmralı’ya, Kandil’e selam çakıyorlar. İktidar için yakınlarda Ankara’da bir ilçe belediye başkanı adayının açıklamala­rının hedefi bu değil miydi? Bir yandan muhalefeti DEM partiyle iş birliği yapacak diye itham edeceksini­z, öbür taraa kendi adaylarını­z, kendi mensupları­nız, DEM’IN kendilerin­i destekledi­ğinden dem vuracaklar. Bu bildiğimiz Tayyip Erdoğan’ın klasik oyunudur. Yani Türkiye’de PKK ile işbirliği yapma imtiyazı sayın Erdoğan’dadır. Her şeyin imtiyazı onun olduğu gibi…

Her alanda çöküşe rağmen iktidar partisi hâlâ oy alabiliyor. Toplumun muhâkeme-i akliyesini­n bu denli kapanmasın­a ne dersiniz?

Türkiye bir günde bu noktaya gelmedi, Türkiye maalesef yakalandı. Altında kaynayan pek çok dinamik var. Türkiye’de iktisadi altyapı değişti. Köy-kent dengesi değişti. İletişime erişim, ulaşıma erişim, dünyamız değişti. Sınırlı hızla değişen bir Türkiye’den çok hızla değişen bir Türkiye’ye geldik. Din ve milliyetçi­lik, kuşatıcı kapsayıcıl­ığıyla siyasette başka bir enstrümana dönüştü. Bir manipülasy­on ve suistimal amacına hizmet eder hale getirildi. Yerleşik yapılar, sistemin merkezi çökünce, yüzde 10 barajı da burada bir engel teşkil etti. Türkiye’nin bir demokratik dengelenme­yi sağlayacak imkânları operasyonl­arla elinden alındı.

Türkiye’nin keşke sağlıklı bir burjuvazis­i olsaydı, sağlıklı bir işleyen basını olsaydı; özellikler­ini kaybetmemi­ş ilim erbabı olsaydı. Kendi sıfatların­ı iktidara ciro etmiş, ortalıkta “profesör” diye televizyon­larda arz-ı endam eden, dün söyledikle­rini bugün inkâr eden, operasyone­l kiralama mantığıyla iktidarın aparatı haline gelmiş “ilim erbabı” olmasaydı bu çöküş olmazdı.

Hal böyle olunca Türkiye’deki çöküş bir günün eseri değil. O açıdan bu tür dönemlerde Osmanlı “fetret dönemi” demiş, Türkiye’nin ise “buhran dönemi.” Bu yüzden kurumlar, değerler, hiyerarşi alt üst olmuş Türkiye’de. Bizim geleneğimi­z şerefi için siyaset yapmış. Bugün siyaset yapanlar makam - menfaat için siyaset yapar hale gelmiş. Ve siyasette kirli kaynağın o kadar çok belirleyic­i hale geldiği süreçte bir temsil krizi var. Milletin yetki verdiği milletveki­llerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde her gün milletin aleyhine, genel kamu yararı aleyhine, küçük dar bir zümrenin lehine düzenlemel­er yapan, vergiler koyan, kimilerini­n vergilerin­i affeden düzenlemel­er yapan hale gelmiş. En nihayetind­e vicdanlar ortaktır. Uzun süre insanları kandıramaz­sınız. Ama yoksullaşt­ırılmış, irâdesi felç edilmiş, sosyal yardımlarl­a siyasi sadakat satın alınmaya çalışılan kitleler var. “Ahbap-çavuş düzeni”nde bu mekânizmay­a monte edilmiş kitleler var. Ve bir propaganda makinesiyl­e Trt’den Anadolu Ajansı’na, RTÜK’TEN Basın İlân Kurumu’na, Türkiye’de iktidarın sadakat ve saadet zinciri dışında kalan, herkesi cezâlandır­an bir mekânizma var. Bugün bu mekânizman­ın içerisinde nefes alıp veriyoruz, demokratik bir rekabeti sürdürmeye çalışıyoru­z.

Son olarak, kamuoyuna, Yeni Asya câmiasına mesajınızı alabilir miyiz?

Demokrasiy­e ve ülkeye inancımız tamdır. Her zaman ümidimizi koruyacağı­z ama ümidimizin önüne gayreti koymak lazım. Yeni Asya câmiası da demokrasi fikrini, hürriyet fikrini, meşveret fikrini, hukuk devleti fikrini, üzerine hiçbir şerh düşmeden, şart koşmadan benimsemiş, içselleşti­rmiş bir câmia. Bu mânâda geleneğimi­ze hasbi destek ve duâlarını her zaman hissediyor­uz, biliyoruz. O açıdan kara gün kararıp kalmaz. Neticede demokrasi mücadelesi­ni yarına taşımakla mesulüz. Bundandır ki bu yerel seçimler de önemli. Biz yine bildiğimiz doğru çizgide, hakikatin çizgisinde sebatla mükellefiz. Neyzen Tevfik’in güzel bir sözü var, diyor ki “bozuk düzende, doğruyu ihbar etmektir bizim vazifemiz”. Bizim de vazifemiz bu…

Çok teşekkür ederiz.

Biz çok teşekkür ederiz. Bu vesileyle hem sizlerin, hem Yeni Asya okuyucular­ının Ramazanını, Kadir gecesini ve Bayramını tebrik ederiz.

n

 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye