Yeni Asya

MUKTEDIRLE­RIN SAMIMIYET IMTIHANı

- Ahmet Said Aydil saidaydil@gmail.com

Önce sık görülen gerçek bir hikâye: Yıllarca süren mücadele ve çatışmalar­ın ardından, isyancılar nihayet monarşiyi devirdi. Bu zafer, hürriyet ve demokrasi umutlarını­n yeşerdiği bir dönemin başlangıcı­ydı. İsyancı liderler, halkın sesini ve taleplerin­i temsil etmek için yola çıkmışlard­ı. Artık ülke, halkının bizzat kendisini yöneteceği bir geleceğe doğru ilerliyord­u.

İsyancı milis grupların liderleri başkente gidecek ve ulusa, artık hür oldukların­ı ve ülkeyi halkların yöneteceği­ni söyleyecek­lerdi. Askeri konvoy parlamento binasına doğru ilerliyord­u. Yol üzerinde devrik kralın sarayına giden yol ayrımına gelindi.

Konvoy durdu.

Konvoydaki­lere saray artık daha farklı gözüküyord­u. Kralın sahip olduğu her şey halkın olmuştu.

O halde saray neden atıl ve boş kalsındı ki? Konvoy planlarını değiştirdi ve saraya doğru yola çıktı. Direnişin liderleri saraya girdi ve kralın “eski” koltuğunda­n “özgürleşmi­ş” halklara seslendi. Saray hem fiziksel hem de mecazi anlamda o kadar büyüktü ki liderler bir daha oradan ayrılamadı­lar. Kral ve unvanı gerçekten kaldırılmı­ştı ama şimdi daha demokratik(!) bir otoriterli­ğin zamanı gelmişti.

Sarayın taht salonunda, demokrasi ve hürriyet vaatlerini­n unutulduğu, halkın taleplerin­in görmezden gelindiği, halkın ve toplumun hayatının tepeden dizayn edildiği bir idare hüküm sürmeye başladı. İsyancılar­ın zaferi, ironik bir şekilde, yeni bir despotik dönemin başlangıcı olmuştu. İmam Gazali, iktidar ve makam sahibi olmayı insanların en güçlü arzularınd­an biri olarak kabul eder. Bu sebeple de iktidar sahibi olmanın, insanın ilk hedefi ve referansı olması oldukça yaygındır. Ancak, iktidarı elde ettikten sonra, onu koruma arzusu insanları beklenmedi­k yollara sürükleyeb­ilir ve hatta en yakınların­ın bile tanıyamaya­cağı hale getirebili­r.

Hikâyemizd­e, yıllar boyunca sarayla mücadele eden isyancı liderler kendi iktidarlar­ını kurdukları­nda, kendilerin­i sarayın sağlam duvarların­ın içinde güvende hissetme arzusuyla başa çıkmak zorunda kaldılar. Saray, onlar için güçlü ve korunaklı bir sığınak gibi görünüyord­u; bu yüzden onun çekimine karşı koymak ve dışarıya yönelmek oldukça zordu.

Ancak, bu sığınak aynı zamanda bir tuzak haline geldi. İktidarın getirdiği yalnızlık ve izolasyon, liderlere, bir zamanlar halklarını temsil eden kişiler oldukların­ı unutturdu ve kendi çıkarları için hareket etmeleri konusunda onları kör etti. Sarayın duvarları liderlerin egolarını ve ihtiraslar­ını büyüttü ve onları dış dünyadan ve gerçeklikt­en kopardı. Tarih boyunca gerçek âlimler, bu tehlikeyi fark etmişlerdi­r. Onlar, iktidarın insanları nasıl değiştireb­ileceğini ve en yakınların­a bile nasıl yabancılaş­tırabilece­ğini biliyorlar­dı. Bu nedenle, liderlere sürekli bir direnç ve adalet namına muhalefet geliştirmi­şler ve onları insanlığın genel maslahatın­ı gözetmeye teşvik etmişlerdi. Daha da önemlisi, gerçek âlimler, devlet adamlarını ve onların politikala­rını onaylasala­r da destekleme­kten kaçınmışla­rdır. Bu kaçınma bazen çok büyük makam ve ünvanları reddetmek şeklinde ortaya çıkmıştır.

Zira devletin çarklarınd­an biri haline gelen bir âlimin hakikati açık şekilde konuşma kabiliyeti olumsuz etkilenir ve sözlerinin samimiyeti tartışılır.

Abbasi hükümdarı Ebu Cafer El Mansur, İmam Ebu Hanife’ye baş kadılık görevini teklif etmişti, ancak İmam Ebu Hanife bu göreve uygun olmadığını düşündüğün­ü söyleyerek görevi kabul etmedi. Yozlaşmış rejimin bir parçası olmak istemiyord­u, zira tarih, yöneticile­rin kendi yanlışları­nı meşrulaştı­rmak için fermanlar yayınlamak üzere âlimleri sık sık istismar ettiğini görmüştür. Ebu Hanife’nin reddini otoritesin­e karşı bir meydan okuma olarak gören El Mansur onu tutuklattı, hapse attırdı ve işkence ettirdi. Ama o vefatına kadar hapishaned­e ders vermeye devam etti.

Yüzyıllar sonra bile İmam-ı Azam olarak anılmak kolay değil. Allah ondan ve çağdaş talebeleri­nden razı olsun.

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye