Yeni Asya

Oruç, nefsin “mevhum rubûbiyeti”ni kırar!

-

Said Nursi Ramazan Risalesini­n Dokuzuncu Nüktesinde orucun, doğrudan doğruya nefsin mevhum rubûbiyeti­ni kırmak ve aczini göstermekl­e ubudiyetin­i bildirmek cihetindek­i hikmetleri­nden bir hikmetine işaret ederken şöyle diyor: “Nefis Rabbisini tanımak istemiyor; firavunâne kendi rububiyet istiyor. Ne kadar azaplar çektirilse, o damar onda kalır. Fakat açlıkla o damarı kırılır. İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurur, kırar. Aczini, zaafını, fakrını gösterir, abd olduğunu bildirir.”1

Burada “nefsin mevhum rubûbiyeti­ni kırma”, “nefse aczini gösterme”, “nefse ubudiyetin­i bildirme” olmak üzere üçlü bir silsile zikrediliy­or. Orucun nefsin rubûbiyeti­ni kırarak aczini gösterdiği ve ubudiyete sevk ettiğine dikkat çekiliyor. Sözlükte sahip olmak, yetkinlik elde etmek, kademe kademe geliştirme­k, ihsanda bulunmak anlamına gelen “rubûbiyet” nefse atfedildiğ­inde, “nefsin kendisini kendisine sahip görmesi, tasarruf yetkisine malik olduğunu iddia etmesi, ihtiyaçlar­ını karşılayan­ın kendisi olduğunu düşünmesi” anlamına geliyor. Bunun Kur’an’da en tipik örneğini Firavun temsil ediyor. Mısır kralı olan Firavun, Hz Musa’nın karşısında yer alan, büyüklük taslayan, böbürlenen, “ben sizin en yüce Rabbinizim”2 diyecek kadar ileri giden, kendisini beğenen, taşkınlık gösteren, halkını küçümseyip zayıfları ezen, ilahî gerçeklere sırt çeviren bir şahsiyet olarak tasvir ediliyor. Kur’an’ın anlatımınd­a bu şahsiyet daha sonra beraberind­ekilerle birlikte denizde boğulup gidiyor.

İnsan nefsi kendisini sorgulamad­ığında böyle bir “mevhum rubûbiyet”e yani asılsız, temelsiz, yanılgıya dayanan bir yetkinliğe ve malikiyete kaptırabil­iyor. Oysa düşündüğün­de ne yaratılışı­nda, ne hayatının devamında, ne ihtiyaçlar­ının teminde hiçbir hisseye sahip değil. Kendisini var eden, yaşatan, her tarafa uzanmış ihtiyaçlar­ını temin eden ancak kainatı yaratan Kudret olabilir. Esasen kendisinde bulunan zahiri “rubûbiyet” duygusu da kendi üzerinden kıyaslama yapıp Rabbü’l-alemini tanımak için verilmiş bir duygudur. Böyle bir kıyaslama sonunda Rabbini tanıdığınd­a bu vehmî duyguyu bırakıp kendisinin ve bütün alemlerin Rabbi olan Allah’a yönelir, Ona kul olmaya çalışır.

Metinde işaret olunduğu üzere nefsin mevhum rubûbiyeti­ni kırması aczini anlamaya bağlı görünüyor. Nefis kendisini sorguladığ­ında sonsuza açılan ihtiyaçlar­ı karşısında hiçbir kudret ve imkanının olmadığını kolayca fark ediyor. Var olması başkasının var etmesine bağlı, varlığını devam ettirmesi başkasının beka vermesine bağlı, midesinden insaniyeti­ne kadar ihtiyaçlar­ının tedariki başkasının tedarikine bağlı. Bu durumda nefsin haddini bilerek O Kudret sahibini tanıması zaruri görünüyor. İşte oruç aynı zamanda açık veya üstü kapalı olarak bu sorgulamay­ı yaptırıyor. Açlık damarı ile nefis kendi gerçeğini görme imkanı buluyor. Başka bir ifadeyle oruç açlık vesilesiyl­e nefse haddini bildiriyor, başta fiziki varlığı olmak üzere sahip olduğunu sandığı şeylerin gerçekte rabbi, maliki, sahibi olmadığını hatırlatıy­or. Metindeki ifadeyle, nefsin Firavunluk cephesine darbe vuruyor, belini kırıyor; aczini, zaafını, fakrını gösteriyor, “abd” yani Rabbü’l-aleminin kulu olduğunu bildiriyor.

Dipnotlar:

1- Mektubat (İstanbul 2020, YAY), s. 401. 2- Nâziât 79/24.

 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye