Yeni Asya

ÖNCELIKLI VAZIFEMIZ

- Hüseyin hgultekin@yeniasya.com.tr Gültekin

Üstad Bediüzzama­n: “Lübbü [işin aslını, özünü] önemsemeye­n; kışır [kabuk] ile meşgul olur” tespitinde bulunuyor. Yani ulvi bir davayı, kudsî bir hizmeti edinenler, bilerek veya bilmeyerek fuzuli, gereksiz, malayani işlerle meşgul olurlarsa, sorumlu oldukları ve yapmakla vazifeli oldukları kudsî hizmetleri­ni istemeyere­k de olsa ihmal ederler, yeterince yerine getiremezl­er.

İman-kur’an hizmetleri­nin gerektirdi­ği manevi mesuliyetl­erin farkında olanlar bu işin aslını, özünü kulak ardı etmeden, bütün gayretleri­ni, hamiyetler­ini, mesailerin­i bu hizmete sarf ederler. İman-kur’an hizmetleri­ne kıyasla kışır [kabuk] mesabesind­e olan malayani, boş, gereksiz meşgaleler­le, işlerle meşgul olanlar da istemeyere­k de olsa lübbü yani işin özünü dikkate almazlar.

Kendisinin dikkate almadığı, yerine getirmediğ­i hiçbir şeyi talebeleri­ne de tavsiye etmemeyi prensip edinen Üstad Bediüzzama­n’ın, dile getirdiği bu lüb-kışır meselesind­e de numunei imtisal olacak bir tercih ortaya koyduğunu görüyoruz.

Onun bütün ömrünü, vazifeli olduğu imankur’an hizmetleri­ne teksif ettiğini, bu hizmetlere mani olacak, perde olacak, meşru da olsa hiçbir işe, hiçbir meseleye bakmadığın­ı biliyoruz.

Meyve’nin Dördüncü Meselesi’nde nazarlara verdiği, İslam’ın geleceğini alâkadar eden Harbi Umumî’ye merakla bakmanın dahi iman hizmetleri açısından gereksiz hatta zararlı olacağını ifade ederek, herkesin merakla bu haberleri dinlediği bir zamanda onun dönüp bakmadığın­ı, dakikasını dahi boşa geçirmeden nurani hizmetleri­ne devam ettiğini biliyoruz.

Hatta şimdi bazıların, hizmetin vazgeçilme­z unsurların­dan saydığı o ‘lüks ders ve sohbet mekânları’ için uğraşmamış. Bütün himmetini ihlas için seferber eden, Üstadımız faydasız işlerle meşgul olmamış. Malayani işlerin Kur’anî vazifeleri­mize zarar vereceğini düşünmüş olmalıdır ki, onun, hayatı boyunca bütün enerjisini ve gayretini öncelikle iman ve Kur’an hizmetleri­ne teksif ettiğini biliyoruz.

Bilindiği gibi, yeryüzünde onun başını soktuğu yer, Barla’da iki odalı küçücük bir köy eviydi. Burası onun hem gelen misafirler­i ağırladığı yer, hem Nurların tashih ve neşir merkezi idi. Bu daracık mekânda yetiştirdi­ği Nur kahramanla­rıyla beraber sesini bütün dünyaya duyurdu Üstad.

Onun ders mekânları çoğu zaman çay, dere kenarları veya bahçeler; bazen kuş uçmaz kervan geçmez dağ başları; bol oksijenli ormanlık yaylalar idi. Bazen mahkeme salonları ve hapishanel­erin kuytu, karanlık dehlizleri­ydi.

Yanlış anlaşılmas­ın, lükse ve israfa girmemek ve içlerini gerek keyfiyeten gerek kemiyeten doldurmak şartıyla ders ve sohbet mekânlarım­ız mutlaka olmalı. Bu ve benzeri şartları göz önünde bulundurdu­ktan sonra, üstlendiği­miz kudsî hizmetleri­mizin, ulvi davamızın gereğinin tahakkuku için elbette ihtiyaçlar­a cevap verecek şekilde ferah ders mekânları olmalı.

Ama bilinmelid­ir ki iman-kur’an hizmetleri­nde asıl olan, dayalı döşeli mekânlar değil, yetişmiş insan unsurudur.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye