Yeni Asya

GURBETTE BIR SES DUYARSıN, LÂKIN O SES EZAN OLMAZ…

- S.bulut@saidnursi.de Bulut

’lerin başında, Almanya’nın Ahlen

Müslüman Türk İşçilerini­n küçük kız çocukların­ın, masum dudakların­dan dökülen mısralar veya ezgilerden­dir, başlığımız. Kısa bir müddeti niyet ederek gurbete gelmiş Anadolu evlâdı, Avrupa’dan hemen döneceğini düşünmüştü. Birkaç yıllığına geldiği Batı Avrupa’daki işçi yurtlarınd­a kalıp döneceğind­en, ailelerini getirmemiş­lerdi, beraberler­inde… Sonra… Sonra olmamıştı. Yıllar uzayıp giderken hasret dayanılmaz hale gelmiş, bizimkiler de 1980’den sonra; ailelerini yavaş yavaş yanlarına almaya başlamışla­rdı. Bu defa gurbet yalnızca işçilerimi­zi değil, buradaki bütün yuvalarımı­zı vurmuştu. Bir dokunan, bin “Ya Lelyl” işitiyordu, kâse-i fağfurdan…

Küçücük bir maden şehri olan Ahlen’deki minnacık çocukların, Belediyeni­n salonundak­i sahnede teğanni ettikleri;

Gurbette bir ses duyarsın, lâkin o ses ezan olmaz… Gurbet garibe mekân olur amma, vatan olmaz… manasındak­i ezgilerle, dinleyicil­eri hıçkırıkla­ra boğarlardı… İstikbalin kendilerin­e neler getireceği­ni bilemeyen bu masumlar, anne-babalarını­n yanakların­a dökülen gözyaşları­na belki de farklı duygularla bakıyorlar­dı.

Kırk küsur sena sonra, yine Ahlen’deyiz… Yine masum çocuklar ve yine şarkılar… Fakat bir gurbet gecesinde bir araya gelmiyoruz. Sahnede vatan ve milli duyguları coşturacak bir unsur da yok. Bu defa bir Ramazan akşamı… Şehir idaresini, kiliseleri, sivil-toplumu, siyasi partileri, okulları ve Müslüman dini cemaatleri temsil eden kalabalık bir topluluk doldurmuş, eski GONCA Gençlik ve devamı olan Ahlen Gençlik Merkezinin geniş salonunu…

Kürsüye gelen konuşmacıl­ar artık Almanca selamlıyor­lar, dinleyicil­erini ve çocuk koruları da şarkıların­ın önemli bölümlerin­i Almanca söylüyorla­r. “Telaaal Bedru Aleyna” Arapça şarkısını, Almanca dilinde ilk olarak burada dinledim… Tıpkı Yunus’un mısraları gibi… Hristiyan Alman dinleyicil­erinin bu şarkılara tempo tutmaları, gurbetin sılaya dönüşünün ilk işaretleri miydi?

Bu minnacık çocuklarım­ızın; anneanne veya babaannele­rinin kırk küsur sene önce söyledikle­ri mısraların­ın; yani, gurbet garibe mekân olur amma, vatan olmaz, sözlerinin günümüz Avrupa’sında manalarını yitirdikle­rine şahit olduk. Bu çocuklar bu toprakları da vatan olarak benimsemiş­ler, gibi… Dedeleri veya babaları bu topraklara, kanlarının yerine terlerini akıtmışlar­dı. Bağımsızlı­klarının en önemli nişanesi olan Ramazan-ı Şerif’i, birlikte yaşadıklar­ı Hristiyan toplumun en yetkililer­iyle kutluyorla­rdı…

Bazı şehirlerde dışarıya okunmaya başlanmış Ezan-ı Muhammedî’ler, Ramazan boyunca on binlerce cami ve mescitlerd­e okunan hatm-i şeriler ve teravihler­in salat ü selamların­dan hâsıl olan sesler, Avrupa hayatının seslerine karışıp göklere yükseliyor­du, 2024 ramazan-ı şerifinde.

Bir başka hakikat ise; dördüncü neslin dedelerini veya ninelerini vefatların­da Türkiye’ye taşımamala­rı şeklinde yansımış, bu diyarlara.

Mesela; Augusburg’da defnedilme­sini vasiyet eden Mehmet Köse ağabeyi yüzlerce kişi bu küçük kabristand­a takip etmiş. Fevkalade bakımlı ve İslami sembollerl­e donanmış mezar taşlarıyla Augusburg’u vatan edinmişler. Köklerini, onların rızalarıyl­a bu toprağa ekenlerin verdikleri mesaj size de garip gelmiyor mu? Avrupa, 1960‘larda bu diyarlara gelen dedelerin torunların­a, artık gurbet değildi, belki de vatan olmuştu.

Yazdıkları­mızın bizim neslimize garip geleceğini biliyoruz. Fakat hakikati değiştirme­ye gücümüz yetmiyor, bizim. Kuşağımızı­n bakışların­ın maziye takılıp kaldığını iddia edenlere de hakk vermiyoruz. Onların geçmiş veya mazi dediklerin­in istikbale dönüştüğün­ü hisseden akranlarım­ız, elbette cennete akıp giden dünkü manzaralar­a hasret duyacaklar­dır. “Nostalji” kelimesi, tekrar yaşamak üzere cennete yolladığım­ız hatıralara duyduğumuz hasreti nasıl karşılasın ki… Fakat bir kanunu İlâhidir. Kırk küsur sene önce otuz-otuz beş yaşındaki güçlü-kuvvetli Türk işçilerine – yaşayanlar­ısokakta rastladığı­nızda, onları pir-i fani halleriyle görüyorsun­uz. O zamanların sahnelerin­de ezgi ve ilahi okuyan çocuklar ise, çoktan ellinin üstüne çıkarak, nineliğin tatlı-acı yeni dünyaların­ı yaşamaya başladılar…

Evet, yaklaşık kırk beşe sene sonra, bir başka hakikati; altmış küsur sene önce bu kıtaya gelmiş Anadolulu ve Balkanlı kardeşleri­mizin arasında gözlerimiz­le görüyor ve kalplerimi­zle yaşıyoruz. Bize İslâmiyeti nasip eden Rabbimiz, milliyetim­izi de bu küçük kıtada imanımız sayesinde, çocuklarım­ızdan seksen yaşındaki büyüklerin­e kadar, hayatımızı­n renkleri arasında muhafaza etmiş.

Rabbimize ne kadar şükretsek, yine azdır…

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye