İRAN MISILLEMESININ ANLAMı
İran 13 Nisan’ı 14 Nisan’a bağlayan gece, İsrail’i hedef alan SİHA (Silahlı İnsansız Hava Araçları) ve muhtelif füzeler fırlattığı haberleri ajanslara düştü. Tahran’ın, İsrail’i hedef almasında 1 Nisan 2024’te Şam’daki İran diplomatik misyonuna yönelik saldırıya cevap verdiği değerlendiriliyor.
Şam’daki saldırıda, İranlı en az yedi kişinin hayatını kaybettiği biliniyor. Öldürülenler arasında “İran Devrim Muhafızları’nın Kudüs Gücü Komutanları’ndan General Muhammed Rıza ve yardımcısı General Hadi Haj Rahimi ile General Hüseyin Aman Allahi gibi üst düzey şahıslar” bulunuyor.
İran “muhtelif kaynaklara göre 100 ile 300 arasında SİHA ve füzeyi fırlatmış olsa da, hemen hemen hepsi etkisiz hâle getirildi. Tahran’ın misillemesiyle ilgili farklı yorumlar da mevcut.
Ancak Gazeteci Ali Hashem’in saldırıdan saatler önce “@alihashem_tv” isimli X hesabından 13 Nisan’da “Göstergeler, İran’ın bölgesel bir savaşa yol açmadan başarıyı garantilemek için birden fazla araç kullanarak İsrail’e karmaşık bir saldırı hazırladığını gösteriyor. Planlarda İsrail’in muhtemelen İran’ın kendi içindeki potansiyel tepkileri de dikkate alınıyor. Kritik olan, saldırıdan sonraki gün” (https://twitter.com/alihashem_tv/status/177921 3399865373045) paylaşımı dikkat çekiyor. Ali Hashem’in aynı gün bir sonraki X paylaşımı ise “Pazar günü erken saatlerde İran’ın, Irak, Suriye ve Lübnan’daki Devrim Muhafızları ve İran Destekli Gruplar tarafından İsrail’e yönelik geniş çaplı bir saldırı başlatmasını bekliyorlar” (https://twitter.com/alihashem_tv/status/1779215090543214877) şeklindeki notu da düşündürücü.
Saldırılar İran’ın, işgal altındaki Kudüs ve Mescid-i Aksa gibi kutsal yerlerin İsrail işgalinden ve kontrolünden kurtarılması amaçlı girişimini sembolize ediyor. Birde saldırılarla İsrail’in, İran’ın Direniş Ekseni karşısında temsilen zayıfladığının da yansıtılmaya çalışıldığı ihtimaldir.
Bununla birlikte İran’da derinleşen mevcut sosyo-ekonomik sorunlara 15 Kasım 2019’da “akaryakıttan devlet sübvansiyonlarının kaldırılması”nın, yani zam yapılması ülkede geniş çaplı gösterilere yol açmıştı (Yeni Asya, 23.11.2019).
Ayrıca “İran rejiminin sosyo-politik uygulamalarından dolayı, 1979 İslam Devrimi’nden beri vatandaşlarıyla bazen karşı karşıya geliyor. Yakın geçmişte bunlardan en önemlileri 2009’daki hileli seçimlere yönelik protestolar, 2017’deki başarısız ekonomi yönetimine karşı gösteriler ve 2019’da akaryakıt zamları hakkındaki yürüyüşler şeklinde sıralanıyor. Birde kıyafet kanununa aykırı giyindiği gerekçesiyle, 13 Eylül’de 2022’de gözaltına alınan Mahsa Amini’nin 16 Eylül 2022’de öldüğünün bildirilmesinin ardından, İran genelinde rejim karşıtı ciddi protestoları başlatması ise, “İran baharı mı?” tartışmalarını başlatmıştı (Yeni Asya, 27.09.2022).
İran’da sosyo-ekonomik ve sosyo-politik nedenlerden kaynaklı, muhtelif toplumsal unsurların protestolarının Tahran’ı ülke içi kontrolü sağlamak ve devrim rejimini ayakta tutabilmek için ciddi bir krizle karşı karşıya bırakıyor. Tahran yönetiminin, İsrail’e karşı gerçekleştirdiği son saldırılar sayesinde, bazı kesimler arasında rejimden yana bir konsolidasyon sağladığı kuvvetle muhtemeldir.
Benzer durum İsrail’de Binyamin Netanyahu ve hükümeti için de geçerli. Yolsuzlukların araştırılmasını engelleyen Makullük Doktrini Yasası’ndaki değişiklik teklifinin 24 Temmuz 2023’te Parlamento’da kabul edilmesi; ekonomik temelli protestoların Hamas’ın 6 Ekim 2023’te İsrail’e saldırmasıyla, Netanyahu hükümetinin tüm gösterileri yasaklaması; 7 Ekim 2023’te başlayan Gazze işgalinde Netanyahu hükümetinin, Hamas’ın elindeki İsrailli rehinelerin kurtarılmasında yetersiz kaldığı iddiaları da, rehinelerin aileleri ve yakınları tarafından protesto edilmişti. Gazze’deki savaşa karşıt İsrailli gruplar da Netanyahu’nun evinin bulunduğu caddede gösteriler yapmışlardı.
Dolayısıyla İran saldırıları, İsrail’de de savaş taraftarlarının salarını sıklaştırmış ve Netanyahu’ya göstericilere daha fazla baskı uygulama alanını açmıştır demek yanlış olmayacaktır. maktadır. Ayrıca, İslamcılığın öncü düşünürlerinden biri olan ve İstanbul’a dışarıdan gelen Cemalettin Afgani de bu dergi çevresinde etkili olmuştur.
İslâmcılar, özellikle siyasi sistemin meşruti monarşi ile düzenlenmesini ve geniş anlamda özgürlüğün teminat altına alınmasını savunmuşlardır. İslâm toplumlarının yeniden dirilişi ve güçlenmesi için, halkın katılımıyla kurulan bir siyasi düzenin gerekliliğini vurgulamışlardır.
Bu nedenle, İttihat ve Terakki gibi siyasi hareketlerin ilk zamanlarında bazı İslâmi düşünürler, bu hareketleri “mübarek cemiyet”, “fırka-i muhtereme” gibi dinî kavramlarla övüp desteklemişlerdir.
Bu hareketin temsilcileri, “İslâmiyet fedaileri”, “hızır”, “müceddidler” olarak nitelendirilmiş ve yaptıkları mücadele “cihad-ı hürriyet”, “cihad-ı mukaddes” gibi dinî kavramlarla özdeşleştirilmiştir.
Örneğin, “Sırat-ı Müstakim” ve “Beyanü’l-hak” gibi dergiler, İttihat ve Terakki’ye olan hayranlık ve bağlılıklarını açıkça ifade etmişlerdir.
Önemli bir noktayı hatırlatmak gerekirse, İslamcı kimlikleriyle tanınan iki önemli kişi bulunmaktadır. Bunlardan biri, Said Halim Paşa’dır, ki kendisi İttihat ve Terakki Fırkası’nın başkanlığını üstlenmiştir. Diğeri ise Mustafa Sabri’dir, o da İttihat ve Terakki Fırkası üyeliği yapmıştır. —DEVAMEDECEK—