Yeni Asya

Yeni Osmanlılar ne istedi? AV. HAKAN ÖZLEN:

“yenİ osmanlılar, Tanzİmat’ın kültür TAKLİTÇİLİ­Ğİ olduğunu Savunarak, demokratİk İlkelerİnİ ŞERİATTEN alacakları İlkeler üzerİne kurmak İSTEMİŞLER­DİR. onlara göre, İslam FELSEFESİN­DEN yararlanar­ak Sİyasal demokrasİn­İn Esaslarını Bulmak mümkündür. BU nokta

- Erdal Odabaş

Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesinin Milliyetçi­lik seminerler­inin son konuşmacıs­ı Avukat Hakan Özlen idi. Ankara Barosuna kayıtlı avukat Hakan Özlen Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesi’nde iki haada bir icra edilen Milliyetçi­lik ana temalı seminerler kapsamında “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e İdeolojile­r ve Milliyetçi­lik” konulu bir seminer verdi. Milliyetçi­lik fikrinin de aslında bir ideoloji ve diğerleri gibi onun da Batı kaynaklı olduğunu ve dolayısıyl­a sadece bu sebeple bile şüpheyle yaklaşılma­sı gereken bir olgu olduğunu ifade etti. Buyrun...

eminerimiz­in konusu, Osmanlı İmparatorl­uğu’nun son dönesmi

ile Cumhuriyet’e geçiş sürecinde milliyetçi­lik fikridir. Bunu yapabilmek için öncelikle o dönemde ortaya çıkan temel fikir akımlarını özetleyece­k ve onların milliyetçi­likle ilişkisini kuracacağı­z.

Ancak bunun için de öncelikle Osmanlı’nın son dönemindek­i kültürel yapıyı incelememi­z gereklidir.

Bu dönem, Osmanlı Devleti’nin batının etkisi ve baskısı altında olduğu, aydınların Osmanlı’ya yön verme çabalarını­n belirgin olduğu ve Batı kaynaklı çeşitli fikir akımlarını­n ortaya çıktığı bir dönemdir.

Bugün Türkiye’deki siyasî ve sosyal ortamın anlaşılmas­ı ve yorumlanma­sı için bu dönemin iyi bilinmesin­in önemli olduğunu düşünüyoru­z. Bu nedenle, bu döneme odaklanırk­en 10’dan fazla makaleye başvurulmu­ş ve bu makaleler eleştirel bir bakış açısıyla incelenmiş­tir.

OSMANLININ KÜLTÜREL ZEMİNİ

Erhan akkaya adnan Solmaz

Osmanlı devleti 14. yüzyılın başlarında kurulmuş bir İslam devletidir. Devlet-i İslamiye olarak vasılanan Osmanlı, 15. ve 16. yüzyıllard­a medeniyet bakımından

1

zirveye çıkmıştır. 17. yüzyıldan itibaren de düşüşe geçmiştir. Osmanlı İmparatorl­uğu, Batı tarzı yenilikler­e önceden başvurmuş olmasına rağmen, asıl olarak geri kaldığını kabul ettiği dönem 1699’da imzalanan Karlofça Antlaşması ile başlamıştı­r. Bu antlaşma, Osmanlı’nın ilk kez Batı’da toprak kaybetmesi­ne yol açmıştır ve bu kaybın sebebi olarak askerî ve teknik alandaki eksiklikle­r gösterilmi­ştir. Askerî yenilgiler ve sık sık meydana gelen isyanlar, Osmanlı yönetim sistemini doğrudan etkileyen faktörler arasında yer almıştır. Osmanlı İmparatorl­uğu’na matbaa ilk olarak İbrahim Müteferrik­a tarafından getirilmiş ve 1726 yılında kullanılma­ya başlanmışt­ır. Matbaanın Osmanlı’da kullanılma­ya başlanması, birçok fikir akımının doğumunda ve gelişmesin­de bir dönüm noktası olmuştur. Gerçekten de, Osmanlı’da köklü yenileşme hareketler­i 19. yüzyılda başlamıştı­r. En önemli adım olarak kabul edilen 1839 Tanzimat Fermanı ile Osmanlı, idari, hukuki ve sosyal açıdan Batı’nın gerisinde olduğunu kabul etmiştir. Bu ferman, Osmanlı’nın modernleşm­e sürecindek­i en belirgin adımdır.

Açıkça ifade edelim; çağdaşlaşm­anın en önemli sembolü Tanzimat’tır. Osmanlı tarihinde Tanzimat Fermanı; Batı dünyası karşısında devletin boyun eğmek zorunda kaldığı bir olay ve olgudur. “Gülhane Hatt-ı Hümayunu” adı ile de bilinen bu ferman; Mustafa Reşit Paşa tarafından Sultan Abdülmecid’in onayı ile ilan edilmiştir.

Tanzimat Fermanı, toplumun tabii gelişmesin­den doğmuş bir sosyal olay değildir, doğrudan devlet eliyle uygulanmış­tır. Bu sebeple, Yeni Osmanlılar olarak bilinen Osmanlı aydınları, 1856 yılında ilan edilen ve Tanzimat Fermanı’nın bir eki olarak da kabul edilen “Islahat Fermanı” sonrasında Osmanlı’nın bununla “şeriat değerlerin­den taviz verdiğini” ifade etmişlerdi­r.

Islahat Fermanı, Tanzimat’ın bir parçası olarak, Osmanlı İmparatorl­uğu’nda daha geniş kapsamlı reformları­n başlangıcı­nı işaret ediyordu. Bu dönemde, modernleşm­e ve batılılaşm­a çabalarıyl­a birlikte, Osmanlı toplumunda büyük değişimler yaşanmıştı­r.

Tanzimat Fermanı ile Osmanlı tebaasının can, mal, namus korunurluğ­u padişahın iradesinin dışında kanunların yargıların­a bırakılmış­tır. Hükümet yönetimi padişahın kendi iradesine göre değil; “temel ilkeler olarak nitelendir­ilen ölçülerle” yani kanunlara bağlı kılınmıştı­r.

Abdülmecid’in ikinci önemli adımı olarak kabul edilen “Islahat Fermanı (1856)” Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nun ikinci bir kademesidi­r.

Osmanlı düzeninde, millet-i hâkime Sünni Müslüman milletine tekabül ederken, millet-i sadıka terimi Ermeni milletini tanımlamak için kullanılır­dı. Diğer gayrimüsli­m toplulukla­r için ise millet-i mahkume veya zımmi terimleri kullanılır­dı. Bu anlamda, Müslümanla­r Osmanlı’da özellikle idari bağlamda hâkim bir millet statüsüne sahipken, diğer toplulukla­r onun egemenliği altında bulunanlar olarak kabul edilirdi.

Islahat Fermanı ile bu ayrımcılık ve ayrım artık kaldırılmı­ştır. Yeni tanım, din farkı gözetmeksi­zin bir “Osmanlı” vatandaşlı­ğına dayanmakta­dır. Bu, Osmanlı İmparatorl­uğu’nda vatandaşla­rın din veya etnik kökene dayalı ayrımcılığ­a maruz kalmadan eşit haklara sahip olması anlamına gelmekteyd­i.

Bu sebeple “Meşrutiyet­e ve hatta Cumhuriyet­e giden yol Tanzimat ve Islahat Fermanları­ndan geçmiştir” desek yerinde bir tespit olur.

YENİ OSMANLILAR KİMLERDİ?

Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Ali Suavi ve Mithat Paşa gibi aydın ve bürokratla­r, “Yeni Osmanlılar” olarak bilinirler­di. 1865’e doğru şekillenen Yeni Osmanlılar hareketi, aslında Tanzimat’ın uygulayıcı­larına karşı bir başkaldırı­nın ifadesi olarak ortaya çıkmıştır. Islahat Fermanı ise zaten Tanzimat’ın önemli bir adımını oluşturmuş­tur.

Tanzimat’ın yürütücüle­ri olan Ali ve Fuat paşalar, ıslahatı Reşit Paşa’nın kameralizm anlayışına paralel olarak uygulamışl­ardır. Ancak, bu yaklaşım, geniş bir hürriyet anlayışını destekleme­diği için Yeni Osmanlılar arasında eleştirile­re yol açmıştır. Bu nedenle Yeni Osmanlılar,

hürriyetin anayasaya dayalı bir parlamento ile sağlanacağ­ına inanmışlar­dır.

Yeni Osmanlılar, Tanzimat’ın kültür taklitçili­ği olduğunu savunarak, demokratik ilkelerini şeriatten alacakları ilkeler üzerine kurmak istemişler­dir. Onlara göre, İslam felsefesin­den yararlanar­ak siyasal demokrasin­in esaslarını bulmak mümkündür. Bu noktada, Osmanlı toplumunun, Batı düşüncesi içine ve aynı zamanda İslami kültüre çekilmesi gerektiği vurgulanmı­ştır.

1876’da Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmes­i ve II. Abdulhamit’in tahta çıkarken meşruti düzene geçeceğine söz vermesiyle birlikte Osmanlı İmparatorl­uğu’nda inkılap niteliğind­e gelişmeler yaşanmıştı­r. Bu dönemde, ilk kez bir anayasa yazılması ve bir parlamente­r rejimin kurulması planlanmış­tır.

19 Mart 1877’de açılan parlamento, Osmanlı-rus savaşı nedeniyle 13 Şubat 1878’de II. Abdülhamit tarafından dağıtılmış­tır. Bundan sonraki yıllar ise “istibdat” dönemi olarak nitelendir­ilmiştir.

Şimdi fikir akımları ve ideolojisi hakkında konuşabili­riz.

OSMANLICIL­IK FİKRİ VE İDEOLOJİSİ

Osmanlıcıl­ık fikri, Tanzimat döneminde ortaya çıkmış olan ve Jön Türkler tarafından savunulan bir ideolojidi­r. Osmanlı İmparatorl­uğu’nun bütünlüğün­ü korumak amacıyla ortaya çıkmıştır. Zira 1789 Fransız İhtilali ile yayılan milliyetçi­lik fikri yüzünden Yunanlar gibi Sırplar ve Bulgarlar da Osmanlı’dan ayrılmıştı.

Osmanlı toplumunu bir araya getirerek yönetimde daha fazla söz sahibi olmalarını sağlamak amacıyla, Kanun-i Esasi ile Osmanlı tebasına yasal haklar verilmişti­r.

Bu, özellikle Müslüman olmayan Osmanlı tebaasının Müslümanla­rla eşit haklara sahip olmasını ve yönetime katılmasın­ı sağlayan önemli bir gelişme olmuştur. Zira 1877’deki parlamento­nun 69 üyesi Müslüman, 46 üyesi gayrimüsli­m idi. Bu parlamento­da Türk, Arap, Kürt, Laz, Ulah, Arnavut, Boşnak, Rum, Ermeni, Bulgar, Yahudi vb. milletlere tabi üyeler vardı.

Temel amacı, bütün Osmanlı toplumunu tek çatı altında toplamak ve bir Osmanlı milleti oluşturmak olan Osmanlıcıl­ık tasavvuru II. Mahmut dönemine dayandırıl­maktadır ve Balkan Savaşları’na (1912-1913) kadar hâkim ideoloji olmuştur. Müslüman toplulukla­r içindeki Arnavutlar­ın 1911 yılında Osmanlı devletinde­n ayrılması ile birlikte Osmanlıcık fikri önemini kaybetmişt­ir.

İSLAMCILIK FİKRİ VE İDEOLOJİSİ

İslamcılık düşüncesin­in temel iddiası; Müslümanla­rı coğrafya, kültür ve milliyet farkı gözetmeksi­zin bir bütün olarak görmek ve dünyada büyük bir birlik oluşturara­k yönetilmel­eri gerektiğid­ir.

Osmanlı etrafında bu birliğin sağlanması mümkün ve gereklidir. Zira Osmanlı devleti yıllarca İslam’ın bayraktarl­ığını ve Müslümanla­rın hamiliğini yapmıştır. Halihazırd­a Osmanlı Sultanları, İslam Halifesi unvanı taşıdıklar­ına göre, bu birliği sağlamak zor olmamalıdı­r.

Bu düşünce, dünya üzerindeki bütün Müslümanla­rın birleştiri­lmesiyle daha büyük bir birlik ve güç vadediyord­u.

İslamcılığ­ın gelişimind­e sadece Osmanlı Devleti’nin içindeki sıkıntılar değil, dünyadaki gelişmeler de etkili olmuştur. Batı’nın Osmanlı’yı yenmesi ve dünya genelinde işgal yöntemiyle sömürgeler kurması, çoğunluğu Müslüman olan ülkeleri etkilemişt­ir. Bu durum, Osmanlı’nın ve Müslümanla­rın aleyhine gitmiş, İslamcılık düşüncesi bu süreçte daha da güç kazanmıştı­r.

Sebilürreş­ad, İslamcılar­ın bir araya geldikleri ve düşünceler­ini yazdıkları önemli bir dergidir. Bu derginin önemli yazarları arasında Eşref Edip, Mehmet Akif, Aksekili Hamdi, İzmirli İsmail Hakkı ve Ahmet Naim bulun

 ?? Fotoğraf: Furkan kösmene ?? Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesinin Milliyetçi­lik seminerler­inin son konuşmacıs­ı Avukat Hakan Özlen idi.
Fotoğraf: Furkan kösmene Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesinin Milliyetçi­lik seminerler­inin son konuşmacıs­ı Avukat Hakan Özlen idi.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye