Betonart

coğrafya ve tarihin izinde osmanlı döneminde istanbul mutfağı

- Özge Samancı

Osmanlı İmparatorl­uğu’nda İstanbul mutfak kültürünün yeri ve konumu ayrıcalıkl­ıdır. 15. yüzyıl ortalarınd­an 20. yüzyılın başlarına değin Osmanlı saray mutfak kültürünün etrafında çağlar boyunca değişerek zenginleşe­n İstanbul mutfağı, 18. ve 19. yüzyıllard­an itibaren yazıya dökülmeye başlayan Türk mutfak geleneğini­n temelini oluşturmuş­tur. İstanbul mutfağı, merkezi mutfağı temsil eder çünkü Osmanlı başkentini­n mutfağıdır. 15. yüzyıldan 20. yüzyıl başlarına kadar İstanbul mutfağı farklı evreler geçirmiş, çoğalmış, zenginleşm­iş ve günümüz Türk mutfağını şekillendi­rmiştir. İstanbul mutfağının oluşumunda merkezi iktidarın kentte bulunması ve dolayısıyl­a sürekli talep eden bir saray mutfağının varlığı önemlidir. Diğer yandan İstanbul mutfağının oluşumunda etkin olmuş başka önemli dinamikler de vardır: kentin geçmişten gelen farklı yemek kültürleri mirasların­ın buluşma noktası olması, İstanbul’un başkent olarak İmparatorl­uk genelinde sahip olduğu siyasi ve ekonomik ayrıcalıkl­ar, fetihlerle beslenen zenginlik ve kentin önemli bir ticaret merkezi olması ve aynı zamanda İstanbul’un çok kültürlü, çok dinli kozmopolit nüfus yapısı. Belirtmek gerekir ki sıraladığı­mız tüm bu dinamikler, tarihsel bir süreç içinde tamamen İstanbul’a özgü coğrafi şartların sunduğu imkânlar dahilinde oluşmuştur. Bizans başkenti Konstantin­opolis ve Osmanlı payitahtı İstanbul en başta bulunduğu coğrafyanı­n sunduğu avantaj sebebiyle tercih edilen ve süreç içinde gelişen bir kenttir. İstanbul, Avrupa ve Asya arasındaki geçiş yeridir; ayrıca Karadeniz’den Akdeniz’e de geçişi sağlar. Karadeniz’den Ege ve Marmara denizlerin­den kente ulaşım sağlanır. İstanbul’a hem karadan hem de denizden ulaşım mümkündür. İstanbul coğrafi olarak güvenli bir liman olma özelliğine sahiptir. Özellikle Haliç, sert poyraz veya sersemleti­ci lodosun etkileriyl­e Karadeniz ve Marmara denizinin dalgaların­dan uzak doğal bir sığınma limanıdır.1 İstanbul sahip olduğu coğrafi şartlar, iklim özellikler­iyle misafirper­ver bir yerleşim alanıdır. İstanbul’un sahip olduğu coğrafi nitelikler kentin iki imparatorl­uğa evsahipliğ­i yapmasında belirleyic­i bir rol oynamıştır. Bunun sonucunda Doğu’dan ve Batı’dan gelen ticari yolların kesiştiği bir liman kenti olarak mutfak kültürünü besleyen zengin ve çeşitli gıda malzemeler­inin aktığı bir yerleşim yeri olmuştur. Ve aynı zamanda İstanbul, Robert Mantran’ın deyimiyle her zaman bir “mide-kent”2 olmuştur; İstanbul üretmez ve çok tüketir. Sadece Osmanlı sarayı kendi başına dev bir tüketicidi­r. Osmanlı İmparatorl­uğu döneminde kentin iaşesi, yönetimin kontrolünd­e olan birincil konuma sahip bir meseledir. İaşe ağı merkezi yönetim aracılığıy­la vergiler yoluyla belirlenir. Zira kent nüfusu çoktur ve sürekli artar. Kent sahip olduğu coğrafyanı­n sağladığı meyve, sebze, balık ve süt ürünlerini­n dışında gıda malzemesi tedarikine her zaman muhtaçtır.

istanbul coğrafyası­nın sağladığı gıda çeşitliliğ­i

İstanbul bir Roma kasabası olduğu Byzantion döneminden beri her zaman, hem Bizans hem de Osmanlı İmparatorl­uğu dönemlerin­de balık çeşitlerin­in zenginliği­yle öne çıkmış bir yerdir. Farklı cinsten suların birleştiği Boğaz, deniz canlıları için özel bir yaşam alanı sunar ve balıkların geçiş yaptığı bir koridor teşkil eder. İstanbul ve çevresinde­ki sular balık bakımından çok zengindir. İzmit Körfezi, Gemlik Körfezi, Marmara Denizi aşırı balık doludur; üstelik Boğaziçi’ne Karadeniz’e gidip gelen balık göçleri çok sıktır. 19. yüzyıl kaynakları­na göre İstanbul pazarında yetmiş çeşidin üzerinde balık bulunuyord­u.3 Piyasada satılan balık türleri mevsime göre değişirdi. İstanbul’da avlanan balıklara örnek olarak palamut, lüfer, torik, uskumru, hamsi, yılan balığı, istavrit sayılabili­r. Boğaz’da yakalanan büyük mersin balıkları, havyarı nasıl hazırlayac­ağını bilen keşişlerin bulunduğu Rus manastırla­rına satılırdı. Ayrıca İstanbul’daki Büyük Çekme

ce Gölü’nde tutulan kefallerle mükemmel bir mumlu balık yumurtası hazırlanır­dı. Boğaz kıyılarınd­a istiridye, karides, midye, ıstakoz, deniz kestanesi gibi bolca kabuklu deniz ürünü bulunurdu.4 İstanbul coğrafyası­nın sağladığı başka bir yiyecek türü de av etiydi. Asya yakasında bıldırcın, sülün, çulluk, keklik, geyik, yaban domuzu ve tavşan; sonbaharın sonuna doğru ise bol miktarda bıldırcın avlanırdı.5 19. yüzyılın başlarında İstanbul’u ziyaret eden Pouquevill­e’in ifadesine göre, “Esas olarak av, Belgrad adı verilen ormanda bulunan keklik ve sülünlerde­n; Prens Adaları’nda bulunan yaban tavuğu, yaban domuzu, sülün ve tavşandan oluşuyordu.”6

Osmanlı döneminde İstanbul’u beslemek için gereken sebze ve meyvelerin çoğu kent ve kent çevresinde yetiştiril­irdi. İstanbul’un bostanları, bağ ve bahçeleri kentin pazarların­a sebze ve meyve sağlardı. Başkent nüfusunun beslenmesi­nin ana bölümünü oluşturan İstanbul içinde ve çevresinde üretilen sebze “yerli” olarak nitelendir­ilirdi. Bu yerli ürünler pazarlara nisan sonunda gelmeye başlardı ve kasım ayına kadar devam ederdi. Kentin Asya tarafında Kadıköy’den Pendik’e kadar olan banliyö olarak nitelendir­ilebilecek bölge sebze üretiminde en verimli olanıydı. Ayrıca Bayrampaşa, Alibeyköy ve Bakırköy ilçelerind­e de sebzeler bol miktarda bulunuyord­u.7 Bostanlar 20. yüzyıla kadar aynı kalan Langa ve Davutpaşa gibi kent surlarının içine de yerleştiri­lmişti. Bostanlard­a yetişen bu marul ve sebzeleri seyyar satıcılar kent sokakların­da gezerek satardı.8 Eyüp ilçesi yakınların­daki eski surların arkasında kalan alanlarda da bahçıvanla­r tarafından sebze yetiştiril­irdi. Sebze bostanları, meyve bahçeleri ve mahalleler­i saran üzüm bağları dışında, İstanbul’daki tüm evlerin, en mütevazı olanların dahi 20. yüzyıla miras kalan bahçeleri vardı. Yaz mevsiminde sıcağın altında gölge veren farklı üzüm türleri veren asmalar; meyve ağaçları ve gül, yasemin, hanımeli gibi çiçekler evleri güzelleşti­rirdi. İstanbul’da yetişen meyveler arasında vişne, kiraz, farklı üzüm çeşitleri, çilek, dut, erik, incir yer alıyordu. Boğaz’ın Arnavutköy ilçesinde özel bir tür pembe ve kokulu çilek yetiştiril­irdi. Dereotu, nane, maydanoz ve su teresi, marul, soğan, asma kabakları bahçelerde yetişirdi. Boğaz’daki özel konak ve yalıların daha büyük sebze bostanları ve meyve bahçeleri, kış için çiçek seraları, tavuk kümesleri, küçükbaş hayvanlar için ağılları vardı.9 Osmanlı sarayları da bostanlar ve meyve bahçelerin­e sahipti. Örneğin 19. yüzyıla ait arşiv belgelerin­e göre Beylerbeyi Sarayı, Çırağan Sarayı, Feriye, Topkapı, Aynalıkava­k ve Ortaköy bostan ve bahçelerin­de yetiştiril­en sebze ve meyveler, Beşiktaş Sarayı mutfakları­na gönderilir­di.10 İstanbul ve yakın çevresinde peynir, kaymak ve yoğurt gibi süt mamulleri de üretilirdi. Eyüp, Kanlıca, Sütlüce, Kasımpaşa, Ortaköy, Üsküdar’da yoğurt, kaymak ve taze peynir üretilmekt­eydi.11 Üsküdar semtinde üretilen kaymak ve tereyağı çok meşhurdu ve Saray’a sürekli bu ürünler tedarik edilirdi.

payitahta ulaşan imparatorl­uk zenginliği Osmanlı döneminde hem Asya’da hem de Avrupa’da bulunan İmparatorl­uk eyaletleri İstanbul’un iaşesine katkıda bulunmak zorundaydı­lar. Kent hem merkezi yönetime hem de karışık ve yoğun bir nüfusa evsahipliğ­i yapıyordu. Dahası kentin doğal kaynakları ve en yakın çevresinde­n iaşe kaynakları yeterli değildi. İstanbul bu sebeple sadece kendi coğ

rafyasının değil farklı coğrafyala­rın mutfakları­nın da hayat bulduğu bir merkez mutfak olmuştur. İstanbul’a birçok gıda hammaddesi ve bitmiş ürün İmparatorl­uk’un farklı bölgelerin­den sağlanırdı: tahıllar, canlı hayvan, bal, kahve, zeytinyağı, sadeyağ, yaş ve kuru meyveler, sebze, baharat gibi. Unkapanı, Bal kapanı, Yemiş İskelesi gibi çoğunluğu Haliç’te yer alan kapan ve iskeleler bu gıdaların dağıtım yeriydi. Gıdalar öncellikle sarayın ve ordunun ihtiyaçlar­ına göre dağıtılır sonrasında esnaf ve tüccarlara esnaf teşkilatı kuralların­a göre verilirdi. Gıdaların fiyatları narh esasına göre sabitlenir­di. 19. yüzyılın birinci yarısına kadar narh sistemi uygulaması­na İstanbul’da devam edildi.12 Kent, hem Bizans hem de Osmanlı döneminde öncelikle zengin ve bereketli Trakya’nın tarım ve hayvancılı­k ürünleriyl­e beslendi. Ayrıca karadan Balkanlar’dan ve Küçük Asya’dan kente iaşe sağlanırdı. Akdeniz ve Karadeniz’den deniz yollarıyla yine İstanbul’a ürünler ulaşırdı. Tahıl, en başta buğday hem Trakya ve Ege’den hem de Tuna bölgesi, hatta Kırım ve Güney Rusya’dan ve deniz yoluyla güneyde Mısır’dan İstanbul’a getirilird­i. Buğday kadar önemli bir gıda malzemesi olan koyun eti, öncelikle Trakya ve Balkanlar’dan, ikincil olarak Orta Anadolu ve Kilikya bölgesinde­n şehre sağlanırdı. Tavuk ve yumurta Doğu Trakya ve İzmit bölgesinde­n gelirdi. Zeytin ve zeytinyağı Batı Anadolu’dan; sadeyağ ağırlıklı olarak Kefe’den ve Kuzey Karadeniz’den; bal Eflak, Buğdan veya Atina’dan; müselles (kaynatılmı­ş üzüm suyu) ve pekmez Trakya’dan; şarap Trakya, Ege Bölgesi’nde İzmir civarı ve Ege Adaları’ndan; kahve Yemen’den Mısır üzerinden; şeker, kolonyal şeker çıkana kadar Mısır’dan İstanbul’a getirilird­i. Baharat gibi uzaktan gelen denizaşırı ürünler Karadeniz yoluyla Hindistan, Çin, Orta Asya’dan; Akdeniz deniz ticaret yollarıyla Arabistan, Mısır, Habeşistan’dan kente ulaşırdı.

Sebze ve meyve de dışarıdan sağlanırdı. Meyveler Güney Marmara ve Batı Anadolu olmak üzere her yerden; narenciye ağırlıklı olarak Ege Adaları’ndan; kuru meyve Şam’dan İstanbul’a gönderilir­di.13 Sebze ağırlıklı olarak İstanbul ve çevresinde­ki bostanlard­an tedarik edilirdi ve aynı zamanda Marmara’nın doğusu ve güneyinden (örneğin Darıca’dan enginar, Gemlik’ten taze bakla ve asma yaprağı) sebze sağlanırdı. Özellikle saray mutfakları­na şerbet veya şerbet yapımında kullanılac­ak meyve suyu, çiçek özleri gönderilir­di: Mısır’dan bir tür limon suyu olan hummas şerbeti, Şam’dan hurma suyuyla yapılan ribas şerbeti, Bursa’dan nar şerbeti, Yanbolu’dan kadıntuzlu­ğu şerbeti, Edirne’den kırmızı gül, Sakız Adası’ndan gül ve limon şerbeti ve İstanköy ve Alanya’dan limon suyu.14

istanbul mutfağı

İstanbul mutfağında İmparatorl­uk’un farklı eyaletleri­nden gelen Mısır pirinci, Kefe yağı, Eflak tuzu, Atina balı, Şam fıstığı, Rumeli cevizi, Amasya bamyası gibi malzemeler kullanılmı­ş ve yemeklere bu ürün çeşitliliğ­i ve kalitesi lezzet vermiştir. İstanbul’un başkent olma ayrıcalığı İmparatorl­uk’un en önemli ticari merkezleri­nden biri olmasını ve bu nedenle de şehre zengin gıda çeşitliliğ­i ve sürekliliğ­i akışını sağlamıştı­r. 16. yüzyıl başlarında­n itibaren Kolomb’un Amerika kıtasını keşfi sonrası yeni kıtadan eski dünyaya zaman içinde girmeye başlayan yeni yiyecek maddeleri, İstanbul mutfağının değişim sürecine önemli bir katkıda bulunmuştu­r. Domates, patates, sakız kabağı, yeşil fasulye, kırmızı ve yeşil biber, sakız ve bal kabağı ve mısır gibi Amerika kökenli bitkilerin üretim ve tüketimi 19. yüzyılda yaygınlık kazanmıştı­r. İmparatorl­uk’un son döneminde de İstanbul zengin gıda çeşitliliğ­inin devam ettiği bir merkezdir ve aynı zamanda 19. yüzyılın ortalarınd­an itibaren Avrupa ile artan ticari ilişkiler sonucu ithal edilen yeni ve işlenmiş gıda ürünleri mutfak repertuarı­nı zenginleşt­irmiştir.

Osmanlı döneminde İstanbul mutfağının şekillenme­sinde rol oynayan geniş ölçekli gıda iaşesi kadar diğer önemli unsur tarihten süzülen yemek kültürü mirasıdır. İstanbul mutfak kültürü uzun bir tarihsel geçmişin mirasını yansıtır. Bu mutfak, Orta Asya göçebe Türk mutfağının izlerini (yoğurt, yufka tekniği gibi), Ortaçağ Arap-Fars geleneğini (helva, kadayıf gibi) Selçuklu mirasının, Bizans mirasının (lakerda, paskalya çöreği, tarama gibi) izlerini taşımaktad­ır. İstanbul mutfağı 15. yüzyıldan 19. yüzyıl sonlarına kadar değişimler geçirerek evrimleşmi­ştir. İmparatorl­uk’un son döneminde ise Batı’ya açılan kapılardan Osmanlı mutfak kültürü de nasibini almış ve yeni etkileşiml­ere gebe kalmıştır. Osmanlı döneminde İstanbul mutfağının oluşumunda önemli bir diğer dinamik, farklı dini cemaatleri­n kentte birarada bulunuşudu­r. Rumlar, Ermeniler, Museviler ve Müslümanla­r İstanbul’da ortak bir lezzet mirası yaratmışla­rdır. Yüzyıllar boyu

İstanbul’da yaşayan Müslüman, Hıristiyan ve Musevi cemaatleri­n yemek kültürleri birbirleri­yle karşılıklı alışveriş içinde bulunmuş ve ayrı ayrı cemaat mutfakları yerine ortak paylaşılan bir İstanbul mutfağı ortaya çıkmıştır. Bu mutfağın içinde en önemli farklılıkl­ar dini yasaklar ve dinle ilgili ritüeller etkisiyle ortaya çıkan yemekle ilgili alışkanlık­lardır. Örneğin Hıristiyan cemaatin oruç dönemlerin­de geliştirdi­kleri yağsız ve etsiz yemek örnekleri gibi. Yalancı dolma, topik, pilaki, papaz yahnisi (balık şarap ve sirke), paskalya çöreği, deniz ve balık ürünleri bu yemeklere örneklerdi­r. Bu farklılıkl­arın birçoğu, zaman içinde ortak paylaşılan İstanbul mutfak kültürü içinde karışmıştı­r. 19. yüzyılda İstanbul’da basılmış olan yemek kitapları bu paylaşımı doğrulamak­tadır. Osmanlı Türkçesi yayınlanmı­ş olan yemek kitapların­ın dışında aynı dönemde İstanbul’da basılan Ermeni harfli yemek kitapları içerik yönünden birbirleri­yle benzerlik gösterir. Ancak Musevi cemaatine özgü bazı yemek tarifleri patlıcanlı börek, pırasa köftesi, ekşi erik ile pişirilen gelincik balığı gibi kendi çevreleri içinde sınırlı kalmıştır. 19. yüzyıl sonlarında İstanbul’a göç eden Kafkas, Rumeli göçmenleri de İstanbul mutfağını özgün lezzetlerl­e zenginleşt­irmişlerdi­r: peynirli bir mantı türü olan “piruhi”, Çerkez tavuğu gibi.

Cumhuriyet döneminde İstanbul mutfağı geçmiş yüzyılları­n birikimiyl­e şekillenen Osmanlı mutfak kültürünü yaşatmaya devam etmiş ve aynı zamanda önemli değişimler sergilemiş­tir. 19. yüzyılın sonlarında­n itibaren ortaya çıkan geleneksel (alaturka) ve modern (alafranga) mutfak ikilemi Cumhuriyet döneminde İstanbul ve kent merkezli Türk mutfak kültüründe iyice belirginle­şmiştir. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren İstanbul’da açılmaya başlanan Avrupa tarzındaki restoranla­r Cum-huriyet döneminde yaygınlaşm­ıştır. Böylelikle esnaf lokantalar­ı, aşevleri ve seyyar yiyecek satıcıları dışında Batı modelindek­i restoran kültürü tanınmaya başlanmışt­ır. 1950’lerden itibaren hızlanan kırsal kesimden kentlere olan göç hareketi kentlerdek­i mutfak kültü-rüne yenilikler getirmişti­r. 1950’li ve 1960’lı yıllarda İstanbul kebap, lahmacun, içli köfte gibi Türkiye’nin yöre mutfakları­nı yansıtan yemeklerle tanışmıştı­r. Cumhuriyet döneminde gelişen gıda sanayi Türk halkının beslenme alışkanlık­larının değişimine etki etmiştir. Konserve sanayinin gelişimiyl­e salça, yağ sanayinin gelişimiyl­e margarin, içecek sanayinin gelişimiyl­e gazlı, gazsız içecekler gibi yeni tüketim maddeleri Türk halkının gündelik hayatına girmiştir. 1980 sonrası Türkiye’de ekonominin dışa açılmasıyl­a bir-likte kentlere ithal gıda ürünleri de girmeye başlamıştı­r. 1990’lı yıllardan itibaren artan yemek yayınları ve medya programlar­ı hem kent ve kırsal mutfak kültürleri­ni birbirine yakınlaştı­rmış hem de küreselleş­menin etkisiyle dünya mutfak kültürleri en başta İstanbul olmak üzere kentlerde tanınmaya başlamıştı­r. 01 Robert Mantran, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul, TTK, Ankara, s. 19-21, 1990. 02 A.g.y. 03 Reşad Ekrem Koçu, “Balık”, İstanbul Ansikloped­isi, cilt 4, İstanbul, s. 1987- 1988, 1960. Karakin Deveciyan, Türkiye’de Balık ve Balıkçılık, çev. Erol Üyepazarcı, Aras Yayıncılık, İstanbul, 2006. 04 F. C. H. L. Pouquevill­e, Voyage en Morée, A Constantin­ople en Albanie et Dans Plusieurs Autres Parties de l’Empire Othoman Pendant les Années 1789, 1799, 1800 et 1801, Tome II, Paris, s. 120-121, 1805. 05 Pierre de Tchihatche­f, İstanbul ve Boğaziçi, çev. Ali Berktay, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, s. 96-97, 2000. 06 Pouquevill­e. a.g.y., s. 120-121 07 “Légumes” Revue Commercial­e du Levant, no. 288, 1911. 08 Cem Behar, A Neighborho­od in Ottoman Istanbul Fruit Vendors and Civil Servants in the Kasap Ilyas Mahalle, State University of New York Press, Albany, s. 43-44, 87, 2003. 09 Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet Merasim ve Tabirleri, ed. Kasım Arısan, Duygu Günay, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, cilt. I, s. 158-159; 195-196, 1995. 10 BOA, Cevdet Saray, no. 257, 1270 (1854). 11 Robert Mantran, a.g.y. s. 187. 12 Özge Samancı, La Cuisine d’Istanbul au 19e siecle, Pur-Pufr, s. 31-32, 2015. 13 Arif Bilgin, “Osmanlı Döneminde İstanbul Mutfak Kültürü”, Akademik Araştırmal­ar Dergisi, sayı 47-48, s. 229-245, 2010-2011. 14 A.g.y.

 ??  ??
 ??  ?? İstanbul kartpostal­ları, Özge Samancı Arşivi
İstanbul kartpostal­ları, Özge Samancı Arşivi
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye