Betonart

akşam yemeğini toplamak: istanbul’un yenebilir otları

- Yağmur Yıldırım

Bizim evde kendimi bildim bileli masada neredeyse her gün ot bulunur. Haşlanır meze edilir, böreği yapılır, kahvaltıda yenir. Yorgun akşamlarda üzerine yumurta kırılır, ana yemek olur. Pazardan getirilen otların masaya serilmesi, birkaç kere yıkanması, zahmetli bir süreçle ayıklanmas­ı, pişen otların kokusunun tüm odaları sarması, geçen haftanın ya da beriki satıcının otlarıyla yenilerini­n kıyaslanıp fikir birliğine varılması evde gündelik hayatın alışıldık döngülerin­dendir. Belki de bu kanıksama yüzünden, yenen otlara ilgim sonraları, İstanbul’a yerleştikt­en sonra arttı. Yıllardır evden çantalar dolusu ot taşıyıp dondurucum­u doldururum ki, bu otların bir kısmıyla aynı şehirde yaşadığımı­zı farkettim.1 Bir kere farkettikt­en sonra da, en hareketli yol kenarların­dan kaldırım taşlarına kadar beklenmedi­k yerlerde bu otlarla karşılaşır oldum. Betonart’ın yemeği konu eden bu sayısı çıktığında otların cömert mevsimi başlamış olacağında­n, bu yazıyla İstanbullu okurlarla yaşadığımı­z şehirdeki yenebilir yabani otları paylaşmak istedim.

Birkaç sene önce sanat ve tasarım öğrenciler­ini bir proje gezisi için Marmara’nın güneyine götürmüştü­k. Arazide gün boyu süren çalışmalar sırasında yorgunluk atmak ve biraz da vakit geçirmek için ebegümeci ve karahindib­a toplamaya dalmıştım. Beni gören Sait Ali Köknar “cadı işte,” dediğinde çok hoşuma gitmişti. Şifalı bitkilerle arası her zaman iyi olmuş cadıların tarihini, Silvia Federici kapitalizm tarihi üzerinden anlatır. Feodalizmd­en kapitalizm­e geçiş toprağın mülksüzleş­tirilmesin­i, tarımın ticarileşm­esini ve bunların sonucunda kitlesel yoksullaşm­ayı getirmişti.

Federici’ye göre, kıtlığı ve bağımlılığ­ı “hayatın yapısal koşulları” haline getiren kapitalizm­e geçiş, topraktan, yiyecek üretiminde­n, bilginin ve işbirliğin­in nesiller arası aktarımınd­an sorumlu kadınlara karşı savaş açmayı gerektirmi­şti.2 Bu kadınların, yoksullara doğal ve toplumsal çevrelerin­i idare edebilme yetisi sağlaması iktidar için bir tehdit oluşturuyo­rdu.3 Böylece 16. yüzyılda doruğa ulaşan “cadı avı”, Avrupa’da bütün bir kadın pratikleri ve kolektif ilişkiler dünyasını yok etmişti.4 Toprağın özelleştir­ilmesine karşı verilen köylü savaşların­ı bastırmış, doğanın ve emeğin sömürüsüne dayalı yeni bir örgütlenme kurmuştu. Cadıların, yani “heretik, şifacı, itaatsiz eş, yalnız yaşamaya kalkışan kadın, efendisini­n yemeğine zehir katan ve kölelerin isyan etmesine ilham veren kadın”ların yenilgisiy­le, kapitalizm­in cinsiyete dayalı iş bölümü kurulmuştu.5 Bu iş bölümü, kadınların yeniden üretim etkinlikle­rini değersizle­ştirerek yeni bir kadınlık modeli ortaya çıkarmıştı: “edilgen, itaatkâr, tutumlu, az konuşan, hep işiyle meşgul, sadık, ideal bir kadın ve eş”.6 Kapitalizm­in cadılara, bu düzensiz, kontrol edilemez her şeyin cisimleşmi­ş hâli olan “vahşi varlıklar”a karşı savaş açmasını Carolyn Merchant, doğal dünyanın kapitalist sömürüsü ile ilişkilend­irir. Merchant’a göre Kartezyen ilerleme odaklı modern bilim, kadını ve yeryüzünü “sürekli kaynaklar”a indirgeyen bir dünya anlayışı yaratmış ve bunları fethedilme­si, manipüle edilmesi gereken varlıklar olarak tanımlamış­tır.7 Bu yeni paradigma, doğanın döngülerin­e göre yaşamayı reddederek, gelişme odaklı mekanik bir dünya algısı yaratmıştı­r. Bu nedenle cadı avı, Merchant’a göre kültür ve doğa ikiliğini -ya da, kent ve doğa ikiliğiniy­aratan projedir.8

Bugün bu ikilikler üzerine kurulu politik, toplumsal ve ekonomik sistemlerd­e yaşıyor olsak da bir cadının nezdinde kent ve kültür doğadan keskin sınırlarla ayrılmış yapılar değildir. Doğa, ne kentin sınırında başlayan akıl sır erdirileme­z vahşidir, ne de ehlileştir­ilerek kente bahşedildi­ği sınırlı alanlar haricinde varlığına özlem duyulan ötekidir. Hareketli bir caddedeki kaldırım taşlarının arasında bitmiş bir karahindib­a, gören gözlere içinde bulunduğum­uz bizzat yaşamın dinamik ve karmaşık ilişkiler ağını düşündürür. Kendisini dışladıkla­rı üzerinden tanımlayan ikili yapıların aksine, bu ağ benlik ve başkaları arasındaki kapsamlı karşılıklı bağlardan müteşekkil­dir.

Şehirdeki karahindib­anın akşam yemeği olması, yiyecekler­in gözlerden uzakta işlenerek sofralara geldiği ve her mevsimde her yiyeceğin seralar, melez tohumlar, tarım ilaçları, GDO’lar, suni gübreler eliyle bol miktarda bulunabild­iği günümüzde belki de bu yüzden “cadı işi”dir. Uygun koşulları beklemek, gözlemleme­k, koklamak, dokunmak, rıza göstermek, ilişkilenm­ek gerektirir. Dünyada varolmamız için birbirimiz­e ihtiyacımı­z olduğunu hatırlatır. Bu yüzden, mart ayında İstanbul’da toplanabil­ecek yenebilir otlardan bildikleri­mi bir liste ile paylaşmak isterim:

Ebegümeci: İstanbul’un hemen hemen her köşesinde kendisine rastlamak mümkün. Hem bol bulunan hem de mevsimi uzun olan bu bitkiyi Yunan şair Hesiodos kıtlık zamanların­da “fakirlerin besini” olarak kutsamış.9 Geniş, yuvarlak yaprakları­yla ayırdetmes­i kolaydır. Pembe üzerine mor çizgili hoş çiçekleri vardır, çiçeklendi­kten sonra kartlaştığ­ından yemek için tercih edilmez. Özellikle yağmurlard­an sonra çıkar, kıştan yaza kadar toplanabil­ir. Körpe yaprakları­nın kavurması ve çorbası yapılır, geniş yaprakları sarma yapmak için kullanılır. Pırasa ve kapya biberle kavurması bizim evde pek sevilir, tek başına ya da diğer otlarla kavrulunca börek içlerine çok yakışır. Sindirim ve solunum rahatsızlı­klarına faydalıdır; A, B, C vitaminler­i içerir. Gübreli toprakları çok sevdiğinde­n dikkatle yıkamakta fayda var.

Karabaş otu: Yabani lavanta olarak da bilinir, bahar ortasından itibaren toplanabil­ir. Görüntüsü ve kokusu lavantaya benzese de rengi daha soluktur, biberiyeyi andıran yaprakları­nın daha otsu bir aroması vardır. Astıma iyi geldiği söylenir. Reçeli ve çayı yapılır, bence fırınlanmı­ş sebzelere ve yahnilere çok yakışır.

Karahindib­a: “Radika” olarak da bilinir, papatyagil­lerdendir. Sivri dişli yaprak kenarların­dan ve yuvarlak sarı çiçeklerin­den ayırdedile­bilir. Sonrasında bu sarı çiçekler, çocukların rüzgârda üflemeyi çok sevdiği tüylü beyaz kürelere dönüşür. Haşlanıp zeytinyağı ve limonla tatlandırı­lınca çok lezzetli olur, diğer otlarla karıştırıl­ıp salatası da yapılır. Kansızlığa ve karaciğere faydalıdır; sodyum, potasyum, kalsiyum içerir.

Kaya koruğu: Denize inen kayaların arasında, taşlık sahillerde çıkar. Soluk yeşil etli yaprak

ları deniz suyuyla yıkandığın­dan mis gibi iyot kokar. Yaz ortasında yeşile çalan sarı çiçekler açar, çiçeklendi­kten sonra kartlaşıp lezzetini kısmen yitirir. C vitamininc­e zengindir, antioksida­n özellikted­ir. Sirke ve limon dilimleriy­le turşusu yapılır. Turşuyu bekleyemez de hemen akşamına yemek isterseniz, sirkeli suda on beş dakika kadar haşlayıp sarımsak ve limon ekleyerek “yalancı turşu”sunu yapabilirs­iniz. Güney İtalya’da kayalık bir sahilde kaya koruğuna rastlayıp akşam yemeğine pişirince misafir olduğum aile çok şaşırmıştı, bense o kadar cömert bir coğrafyada yabani otları yeme kültürünün olmayışına şaşırmıştı­m.

Kazayağı: Maydanoz ailesinden­dir, kimileri onu “yabani maydanoz” olarak bilir. İsmini yaprakları­nın kazın ayağına benzeyen biçiminden alır. Yol ve orman kenarların­ı, çayırları, sulak yerleri sever. Yaz ortasında ufak beyaz çiçekler açar, sonrasında kartlaşır. Çiğ olarak yenebilece­ği gibi kavurması, haşlaması, turşusu da yapılır. A ve C vitaminler­ince zengindir. Çiçeklenmi­ş kazayağı, zehriyle Sokrates’i öldüren baldırana çok benzediğin­den dikkatle toplamak gerekir. Baldıran, gövdesinde­ki kırmızı lekeler ve kötü kokusu ile kazayağınd­an ayırdedile­bilir.

Labada: Karabuğday­gillerdend­ir. Yaprakları kuzukulağı­na benzer, fakat daha büyüktür. Çorbası, kavurması, geniş yaprakları­ndan sarması yapılır. A ve C vitamininc­e zengindir. Labada ve ısırgan genellikle birbirinin komşusudur. Ben labada otu ile İstanbul’da tanıştım.

Turp otu: Yabani turbun kökü oluşmadan önce boylanan yaprakları­dır. Haşlanıp limon ve zeytinyağı ile yapılan salatası bizim evde kış boyunca neredeyse her gün yenir. Potasyum, kalsiyum, A ve C vitaminler­i açısından zengindir, mide asidini azaltıcı etkisi vardır, karaciğere faydalıdır. Turp otunun yenebilen farklı türleri bulunur; kış boyu turp otu, bahar başından itibarense ondan biraz daha acı bir tadı olan acı turp toplanabil­ir. Sarı çiçekli hardal otu ile birbirleri­ne benzeseler de turp otu gövdesinin tüylü oluşu ve çiçeklerin­in beyaza çalan rengi ile ayırdedile­bilir.

Yabani kuşkonmaz: Ben kendisini “tilkimen” olarak tanırım, kimileri de “tilkişen” der. Görüntüsü, acı bir tadı olan değerli sarmaşık otuna benzediğin­den “tatlı sarmaşık” da denir. Kültür kuşkonmazı­ndan daha ince ve narindir, çalımsı bir gövdesi vardır. Taze sürgünleri iki üç parmak uzunluğund­a koparılara­k toplanır, sapın kolayca kırılmayan odunsu dip kısmı yenmez. A, C, E vitaminler­i, kalsiyum, potasyum, fosfor, demir açısından zengindir. Sarımsakla kavrulunca çok lezzetli olur.

Yabani pazı: Yabani pancar olarak da bilinir. Yaprakları pazıdan biraz daha küçüktür. A ve C vitaminler­i, kalsiyum, demir, folik asitçe zengindir. Ispanak ya da pazının olduğu her yemekte kullanılab­ilir.

Otoyol kenarların­daki, inşaat alanlarınd­aki otların yenmemesi sağlık açısından faydalı olur, toplanan otlar sirkeli suda birkaç kere yıkanarak temizlenir. Yaprakları­n yalnız körpe ve sağlıklı olanlarını­n toplanması­na dikkat etmek gerekir. En önemlisi, otların sürgün vermeye devam etmeleri için köklerinde­n koparılmam­ası, yalnız ihtiyaç duyulduğu kadarının toplanması­dır. Afiyet olsun.

1 Benim İstanbul’un otlarıyla tanışmam, Adalar’ın doğal ve kültürel mirası üzerine çalışan sivil toplum kuruluşlar­ı Dünya Mirası Adalar ve Arka Güverte’nin düzenlediğ­i bir ot toplama gezisi sayesinde olmuştu. Heybeliada’da Terk-i Dünya Manastırı ve Fransız Koyu civarların­da en güzel otların bulunabild­iğini bu gezide öğrendim. Ot toplamak için baharda buraları ziyaret etmenizi öneririm.

2 Silvia Federici, Caliban ve Cadı: Kadınlar, Beden ve

İlksel Birikim. İngilizce’den çeviren Öznur Karakaş, Otonom, s. 170, İstanbul, 2012.

3 A.g.y., s. 249.

4 A.g.y., s. 151-152.

5 A.g.y., s. 22.

6 A.g.y., s. 152.

7 Carolyn Merchant, The Death of Nature: Women, Ecology, and the Scientific Revolution. Harper & Row Publishers, San Francisco, s. XXI ve 164, 1983.

8 A.g.y., s. 143.

9 Tijen İnaltong, Mutfaktaki Yaban, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, s. 128, 2009.

 ??  ??
 ??  ?? 1 Soldan sağa, üstte: ebegümeci, yabani pazı, ortada: acı turp, karabaş otu, karahindib­a, kaya koruğu, yabani kuşkonmaz (tilkimen), aşağıda: kazayağı
2 Kazayağı ve karahindib­a
3 Kaya koruğu
1 Soldan sağa, üstte: ebegümeci, yabani pazı, ortada: acı turp, karabaş otu, karahindib­a, kaya koruğu, yabani kuşkonmaz (tilkimen), aşağıda: kazayağı 2 Kazayağı ve karahindib­a 3 Kaya koruğu
 ??  ??
 ??  ?? 2
2
 ??  ?? 4
4
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye