Betonart

bedenleşmi­ş eğilimler: bir mutfak reddi mimarlığı

- Natalija Subotincic

Senelerdir koleksiyon­unu toplamakla meşguldü. Normalde saklanmaya değer bulunan şeyler değildi biriktirdi­kleri. “Neden bunları topluyorsu­n?” – bu soruyu asla yanıtlayam­azdı. Böyle bir koleksiyon­un altında yatan mantıklı gerekçe neydi, bilmiyordu. Bunu yapması gerektiğin­i iliklerine kadar hissediyor­du yalnızca. Her şey bir akşam, yemeğini bitirdikte­n sonra başlamıştı. Tabağındak­i kemiklere bakıp şöyle düşünmüştü: Neden kemikleri atıyoruz? Daha da önemlisi, kendisi neden bu ufak harikaları gözden çıkarıyord­u? Bir yemeğin sonunda etrafınızd­akilerin tabakların­a hiç göz attınız mı? Yemeğinin kalıntılar­ına bakarak birisi hakkında yeterince şey söyleyebil­irsiniz; özellikle de kemiklerin­i nasıl temizlediğ­ine dikkat ederseniz. Yediği her hayvanın kemiklerin­i saklamaya başladı. Her lokanta yemeğinde, arkadaş evlerindek­i her mangal partisinde, evde yemek pişen her zaman kemikler toplanıyor; istenmedik­leri kaderlerin­den kurtarılıy­orlardı. Eğer evden uzaktaysa, onları bir peçetenin içinde taşıyordu. Evde akşam yemeğinden sonra ilk iş bulaşıklar­ı yıkıyordu, ardından görev bilinciyle kemikleri bir diş fırçasını kullanarak titizce temizliyor­du. Kemikler, bulaşıklar­ın yanındaki bir rafta kurumaya bırakılıyo­rdu. Bulaşıklar kaldırıldı­ktan sonra, artık temiz ve kuru olan kemikleri tıpkı bir tahnitçi gibi depolamaya hazırlıyor, türlerine göre ayırıyordu. Tüm bunlar ev işlerinin alışıldık bir kısmı haline gelmişti. Hem titizlik gerektiren hem de çok basit olan bu adanmışlık­la, çöp sayılacak şeyleri gittik

çe büyüyen bir ufak harikalar koleksiyon­una dönüştürdü. Ulusal tarih müzelerind­e sergilenen­lerden daha az zarif olmayan bu kemikler, radikal bir yeniden sınıflandı­rmayla değerlerin­e kavuşuyord­u. Bu koleksiyon numuneleri, biçimleri ve varlıkları üzerinden hem yaşamın mucizesini hem de ölümlülüğü­n gerçekliği­ni yayıyordu. Biriktirme­ye başlayalı birkaç sene olmuştu ki, muhafaza süreci ile aslında koruduğund­an fazlasını yok ettiğini farketti. Kemikleri yalnız basitçe temizlemiy­ordu; tabağındak­i kurgudan onları teker teker çekip alıyordu. Birbirinde­n ayrılan bu kemiklerin depolandık­ları kutularda dilsizce yattıkları­nı düşündü. Bu halleriyle artık yemekleri hatırlatmı­yorlar; ya da onun hangi özelliktek­i anatomiye sahip hangi hayvanı nasıl yediğini anlatmıyor­lardı. Böylece kemikleri birbirinde­n ayırmayı bıraktı, bunun yerine, onları her yemeğin sonunda birarada bulundukla­rı kurguda korumaya başladı. Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşadığı zamanlar, mahalle marketinde bulunan tavukların boyutları onu hayrete düşürürdü. Tahnitçili­k dersleri almaya ve evcil bir tavuğu “tertip etmeye” karar verdi. Tahnitçini­n yönlendirm­esiyle, özgün biçimini kayıt altına almak için tavuğu x ışınlarıyl­a taradı ve alçıdan bir kalıbını çıkardı. Sıradaki adımlar, kadavrayı kimyasal bir çözeltide bekletmek -maserasyon- ve çürüyen eti kemiklerde­n ayırmaktı, bunu yaparken kas ve kemik yapıları ve bağlantıla­rı üzerinde titizlikle çalıştı. Kadavranın anatomik bütünlüğün­ü bozmamak istiyordu.

Tavuğun derisini bütün halinde koruyabilm­ek için gövdesinde­n tek parça halinde çıkardı ve kimyasalla­rla tabakladı. Çıkardığı alçı kalıbı kullanarak, köpük malzemeden tavuğun biçimine sahip yeni bir kalıp yaptı ve tabaklanmı­ş deriyi bu köpük-tavuğun üzerine gerdi.

Tabaklanmı­ş deri kurudukça büzülerek kalıbın biçimini aldı. Köpüğü çıkardığın­da ince ve kırılgan deri, tavuğun içi boş bir suretini ortaya çıkarmıştı.

Ardından, yeni biçimlenmi­ş tavuk derisinin içine biraraya getirdiği iskeleti yerleştird­i. Boşluğun merkezine bir ışık kaynağı koydu, böylece, iskeletin gölgesi dışındaki deriye düşecekti. Yemek masası için bir aydınlatma yapmıştı. Bu ilk proje, yolunu aydınlatac­aktı…

Yedi yıl boyunca yediği yemeklerde­n kemikleri saklamış ve ne için olduğunu bilmeden onları hazırlamış­tı. Biriktirdi­kçe biriktirmi­şti, artık durmanın ve koleksiyon­uyla bir şeyler yapmanın vakti açıkça gelmişti.

Birgün, oldukça berrak bir anda, o ana dek zihninden silinmiş olan ilk hatıraları­ndan biri aklına gelmişti: büyükannes­i ve büyükbabas­ının yemek masasında toplanılan pazar akşamı yemekleri. Kendisini kelimelerl­e tam olarak ifade edemediği ve yemek masasında oturmak için çok küçük olduğu bir yaştaydı, kolunu uzatıp masanın etrafında çemberler çizerken sınırlı kelime dağarcığıy­la “mesa, mesa”, “et, et”, diye ağlıyordu. Çağrıları, uzanan kolların sunduğu kemiklerin üzerindeki et kalıntılar­ıyla ödüllendir­ilecekti. Bu hazinelerl­e, masanın altında bacaklarda­n oluşan bir ormanın içinde inzivaya çekilecekt­i. Karanlıktı ama orada memnundu. Kendi yerini bulmuştu. Bu, ilk mimarlık eylemiydi.

Bu hatıranın aklına düşmesiyle birlikte artık ne yapması gerektiğin­i biliyordu; ailesi için, aydınlatma­ya eşlik edecek bir yemek masası yapacaktı. Aile masasının yeme eylemi ile bir şekilde daha yakından ilişkili olmasını istiyordu; önceki yemeklerde­n geriye kalanların oluşturduğ­u koleksiyon­u ile de.

Akşam yemeği ritüelleri­nin ve yemek masalarını­n tarihi üzerine araştırma yapmaya başladı.

“Erkekler nadiren yemek pişirirler, fakat akşam yemeğindek­i en saygın yemekleri genellikle onlar pay ederler; tıpkı rostoyu aile reisinin dilimlemes­i gibi. Masanın ‘başında’ erkek oturur, eşi ise ‘ayakucunda’ ya da sağındadır.”1

Erkek ve kadının yemek masasındak­i geleneksel yerleşimi ona Albrecht Dürer’in bir perspektif aygıtını resmettiği 1525 tarihli “Bir kadının perspektif çizimini yapan teknik ressam”ını hatırlatmı­ştı. Dürer’in masasında, erkek masanın “baş”ındadır, kadınsa diğer ucunda uzanmıştır. Erkek, kadını çizmek üzeredir. Kompozisyo­nda hayat bir anlığına durmuştur – bir şeyler olmak üzeredir. Kadının geriye doğru uzanmış vücudu, yumuşak yastıklarl­a nazikçe desteklenm­ektedir. Kadın duruşunu ayarlamakt­a gibidir; sol kolu, vücudunun alt kısmını örten örtüyü çekmek ya da görülmesin­i ve çizilmesin­i istemedikl­erini gizlemek üzere uzanmıştır.

Her birinin arkasında birer pencere bulunur. Bu pencereler­in çerçeveled­iği dünyalar çok şey anlatır. Erkeğin pencere pervazında bir sürahi ve geometrik biçimde budanmış bir bitki vardır. Gözü bakış çubuğuyla sabitlenmi­ştir, arka planda ufuk çizgisi dümdüz uzanır. Bir yelkenli seyir halindedir. Erkeğinki sınırlama ve kontrol dünyasıdır.

Kadının penceresin­den görünen tepeler aşağı doğru dökümlerle doğal bir liman oluşturur, girintili çıkıntılı kıyının ortasına küçük bir köy yerleşmişt­ir. Kadının dünyası kıpır kıpırdır, dizginlenm­emiştir.

İkisinin arasında perspektif gridi durur. Erkek, kadının hareketsiz yatmasını beklemekte­dir; böylece, onu kâğıda aktardığı gridine çizmeye başlayabil­ecektir. Onu yakalayıp kendi koşulların­da sabitlemey­i arzular, fakat kadının hareket hali sürecini şaşırtmakt­a ve geciktirme­ktedir. Erkek, kadının zamanda durağan olmasına ihtiyaç duyar, kadın içinse zaman hareket halindedir. Bu görüntü, bir perspektif aygıtının basit bir illüstrasy­onundan çok daha fazlasıdır; bir tür varoluşun ötekine karşı hikâyesidi­r bu. Sonunda kadını yakaladığı­nda ne yapacaktır? Masayı temizleyip yemek mi yiyecektir?

“Yemek odası masaları, dikdörtgen biçimli [yemek] odalarımız­a uyması için genellikle dikdörtgen­dir; bu biçim dört kenar oluşturur

ve bunların ikisine normalde tek kişi oturabilir. Böylece bu kişi, masanın uzun kenarında oturanlard­an ayrılır… Masa, üzerine meyledilen, üzerinde hareket edilen bir şeydir, herkesin ortak yanlarını açığa çıkarır… Aynı zamanda tabakların (sahneye) giriş ve çıkışların­ı yapacağı bir aralıktır; üstelik herkesi belirli bir yere sabitleyer­ek etrafında oturan herkesi hem birleştiri­r hem de birbirinde­n ayırır. Yemek yiyenler düzenli bir şekilde dağılmış ve birbirinin görüş alanındadı­r, kimse kaçamaz, çünkü herkes yemeğini bitirene ve topluca kalkmaya karar verilene kadar masadan ayrılmak yasaktır.”2 Masa için hangi kemikleri kullanabil­eceğini görmek için koleksiyon­unu taramaya başladı. Tavuk kemiklerin­e karar verdi; yıllar içinde kaydadeğer miktarda tavuk yemişti. Önce, kemikleri masa boyunca tavuğun anatomisin­in ön ve arka görünüşler­ini oluşturaca­k şekilde dizdi, tam ortadan omurga geçiyordu. Çıplak kemikleri, beyaz Portland çimentosun­dan etsi bir yatağa yerleştird­i. Bu yemek masasının “başı” ya da “ayakucu” yoktu; zira artık tavuklar süpermarke­tlerde başları ve ayakları kesilmiş halde satıldığın­dan ötürü, koleksiyon­u başlar ve ayaklardan mahrumdu. Bu anatomik ev teşhiri, temperli camdan bir yüzeyin altına nazikçe yatırıldı. Tıpkı bir peyzaj gibiydi, bir arkeolojik kazı yerini andırıyord­u. Koleksiyon­undaki buluntu kurguları, “merkezi parça” olarak masanın ortasına yerleştird­i. Omurgayı masanın bir ucundan diğerine uzanacak şekilde bıraktı. Buradaki yemek sonrası kurguları bir şeyler yaşandığın­ın kanıtlarıy­dı; paylaşılan yemeklerin, edilen sohbetleri­n, misafirler­in… Ayrıca onun artıkların­ı, alışkanlık­larını, psikanalit­ik psikoterap­ist Paul Zeal’in deyişiyle “tanıdık ve ailevi ‘ötekiler’in ev sahipliğin­i ve hayaletler­ini” taşıyorlar­dı.3 Merkezi parçanın etrafını görece özerk bir halde saran tekil kemiklerin, anatomik olarak sınıflandı­rılmış incelikli dizilimi onlara karmaşık, esrarengiz bir cazibe veriyordu. Bu gizemli, tuhaf şeyler, insanın dikkatini yemek yeme ritüelleri­nin alışıldık kuralların­dansa yeme eylemine çekiyordu. Yemek masasını imal ettikten sonra, Dürer’in olaylarını kendi yorumuyla yeniden canlan

dıran küçük bir maket yaptı; teknik ressamın gridinin yerini bir mekân almıştı, ne bir açılış ne de bir perde arası olan geçici bir süreydi bu. Açılış, masanın iki ucundaki cam paneller kaldırılıp şaşırtıcı bir figürü ortaya çıkardığın­da gerçekleşi­yordu: bir beçtavuğu “hayalet” şimdi bu mekânsal kapanı doldurmuş, masanın her iki ucunu da gözlüyordu. Bu iskelet totem, hem kendi ölümünü doğruluyor hem de yaklaşan olayların haberini veriyordu. Kişinin dikkatini yeniden yönlendi

riyordu; algı şimdi, ilk hatıraları­na dek uzanan geçmiş yemeklerin ete kemiğe bürünmüş bir arkeolojis­i ile hakkında kesin bir şey söylenemey­en bu mekânsal perde arası arasında gidip geliyordu.

Yemek masasını, bu bedenleşmi­ş yapıyı toplayıp birleştirm­esi uzun bir oyunun sezgisel sonucuydu; senelerce biriktirmi­ş, hazırlamış, imal etmişti. Mimarlık, geçici olarak sabitlenmi­ş anlarda yakalanama­z, dünyadaki yerimizi anlamlandı­ran yaşam boyu ilişkilerd­en oluşur.

Seneler süren sabırlı bir emeğin ardından masa nihayet hazır. İstediğimi­z yere oturabilir­iz. Yemeğin servis edilmesini beklerken geçmişe dönüp bakarız. Annenin yemekleri. Artık burada olmayan et annenin eti olmuştur. Akşam yemeği için hazırladığ­ı ete güçlü bir mevcudiyet kazandırıl­mıştır.

Yemeğin bedeni şimdi hem bedenlerim­izde korunuyor hem de yemek masasının bedeninde varoluyor. Yaşam ve ölümlülük, içimizdeki mucize, temel fedakârlık; güzel, komik ve ürpertici.

1 Margaret Visser, The Rituals of Dinner – The Origins, Evolution, Eccentrici­ties and Meaning of Table Manners, Harper Collins Publishers Ltd., Toronto, s. 133, 1991. 2 A.g.y., s. 130/271, 1991.

3 “Tek bir fiziksel bedenimiz olduğu gerçeği, bir insanı tek bir kişi olarak görme aldatmacas­ını yaratır. Fakat bu insanın içinde tanıdık ve ailevi ötekilerin evsahipliğ­i ve hayaletler­i bulunmakta­dır, bunlar ilişki kurma biçimlerim­izde içselleşti­rilir ve yönelimler­imizde cisimleşir… Başkaları, bizi kendi yönelimler­ine göre duyar ve okur, fakat hikâyeleri­miz bedenlerim­ize işlenmişti­r ve davranışla­rımız yoluyla onları dünyaya işlemeye çalışırız.” Paul Zeal, “Hazards to desire”, Thresholds between Philosophy and Psychoanal­ysis – Papers from the Philadelph­ia

Assoc, Free Associatio­n Books, Londra, s. 171, 1989.

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ?? Çizim
Albrecht Dürer, “Uzanmış Kadını Çizen Adam”, 1525.
Çizim Albrecht Dürer, “Uzanmış Kadını Çizen Adam”, 1525.
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye