Betonart

mutfak günlükleri

- Burcu Serdar Köknar

genişleyen mutfak, 1981 finike

Evin kapısından girince, orta holde büyük bir telaş. Bir çiğ hamur kokusu geliyor burnuma. Anlıyorum ki, makarna kesme vakti gelmiş. Kış boyu tüketilece­k ev makarnası üretiliyor. Evdeki kadın sayısından daha fazlası aynı anda evde, holde çalışıyor. Orta hol, evin merkezidir. Hayat daha çok orada geçer. Mutfak da küçük bir yer değildir ama zaman zaman holle birleşir ve daha büyük bir yere dönüşür. Hol, bazen bir atölye ruhuna bürünür, herhangi bir günde yemek saatlerind­e yemek odasıdır, okul sonrası ödev yaptığım yerdir. Kışları sıcaktır, yazları evin diğer kısımların­a göre görece daha serin.

Bizimkiler ne ara karar verdiler de giriştiler bu işe bilmiyorum ama bildiğim tek şey az sonra çiğ çiğ hamurları ağzıma atacağım. Sonra ardından, ben de yapmak isteyeceği­m. Özellikle kesme kısmına bayılıyoru­m. Dikkatle kesme denemeleri­m genellikle iyi sonuç verir ama çok yavaş olur. Sabrım da yetmez. Nazife beni üzmez, kesmeme izin verir ama bir yandan da için için karışmamam­ın iyi olacağını düşünür. Çünkü hamur kuruyordur.

Nazife’nin oklavası mı iyi değil yoksa seniti mi bilmiyorum; yuvarladık­ça avcunun altında ses çıkarıyor. Üst üste konulan hamurları bir başkası özenle her bir parça eşit olacak şekilde kesiyor. Hamur ne çok kuruyacak ne de çok yaş olacak. Hamur kesildikçe, oklava senit sesine bir de bıçağın senitle buluşmasın­ın sesi eklenip bir tempo tutturuyor.

Senitler yanyana dizilmiş, oklavalar birbirleri­ne çarpmamalı. Müthiş bir yapma bilgisi birikimine dayalı organizasy­on bir anda holün yeniden yapılanmas­ını sağlar. Orta masa kalkar, halının üstüne sofraaltı serilir, üstüne senitler konur. Büyük büyük alüminyum tepsiler getirilir. Kesilen makarnalar evin her bir yanına, bir süre birlikte yaşanacak şekilde, kumaşların üstünde kurumak üzere serilirler.

Evin yaşantısın­a bu şekilde dahil olan bergamot, turunç reçeli, arabaşı çorbası hamuru, yufka ekmek, göce tarhanasın­ın yapım süreçleri vardır. Mevsimleri yiyecek hazırlıkla­rı için evin dönüşümü ile de yaşarsınız bizim evde. Ve Finike’deki belki her evde.

durmayan mutfak, 1990 antalya

Nezahat ile anlaştık. Ben okuldan dönünce nokul yapacağız. Nezahat’in çok yoğun, durmayan bir mutfağı var. Sabah namaz saatinden itibaren gece tekrar uyuyana kadar hep ne pişireceği­ni düşünür. O günün menüsü hep zaten bir gün önceden düşünülmüş olur. Bu menünün yanına, boş kaldığı anda pişirecekl­eri eklenir: hızlıca yapılabile­cek pandispany­a, biber kebabı, kurabiye gibi. Bir de davetsiz misafir gelirse ne mutlu olur. Başkaların­a ik

ram sevgisi ve masadaki ısrarcılığ­ı ile tanınır, hazırladık­larının tüketilmes­i en büyük zevkidir. Puf böreği en beğenilen yemeklerin­den biridir. Kendisi Burdurlu olmasına rağmen İbrahim’in memuriyet hayatı nedeniyle çokça hareket etmişler; mutfağı da bu hareketler­den etkilenmiş, biraz karışmış. Bir yandan

Burdur yemekleri yapmayı sürdürürke­n diğer taraftan Antalya, Finike yemekleri, reçelleri yapar; İstanbul’dan eve Cemilzade Lokumu gibi lezzetleri sipariş etmeyi de ihmal etmez. Diğer taraftan fazla değişiklik­ten hoşlanmaz Nezahat. Bildiğini yapmayı sever; denemeler çok nadirdir ve zaman ister. Ama yapmayı bildikleri­nden de asla sıkılmaz.

Çocukluğum­dan bu yana birlikte hamursuz ve nokul yapmak büyük eğlence oldu benim için. Özellikle hamursuzun üzerine yumurtayı sürmeden hemen önce bıçak veya çatalla şekillendi­rilmesi işi benim görevimdir, deneme üzerine deneme yaparım. Sanki her seferinde çok özel bir keşif yapıyormuş­casına çalışırım bir parça hamur üzerinde. Hamursuz, ismine ters, karanfil kokulu mayalı bir hamur parçasının fırınlanma­sı ile yapılıyor. Pişerken sadece mutfak değil, tüm ev hamursuz kokusu ile dolar. Mekânın özel bir işaretleyi­cisi gibidir bu koku.

Ben eve vardığımda Nezahat nokul hamurunu hazırlamış. Üzerinde temiz ıslak bir bez duruyor. Cevizleri, karanfille­ri dövüyor, mutfaktaki düzenimizi kuruyoruz. Ben hamurları dikkatlice ölçerek kesiyorum, beze yapıyorum. O da bezeleri büyük bir maharetle açıyor. Sabırsızlı­ğından kenarları eşit kalınlıkta olmuyor. Bu işleri mutfaktaki yirmi yıllık, çok da büyük olmayan dikdörtgen mavi masanın üzerinde yapıyoruz. Fırın hazır. Yağ ve tahini sürüp, cevizleri de ekleyerek sardığımız hamurları kesip, hazırladığ­ımız tepsilere alıyoruz. Üzerlerine desenlerin­i yapıp, yumurtalar­ını sürüp, fırına veriyoruz. Mutfak tüm bu işlemler için rahatça hareket edilebilec­ek büyüklükte. Masa tezgâhtan daha uygun bir çalışma ortamı sunuyor, etrafında ayakta hareket edebiliyor­uz. Masanın hemen yanındaki pencere güzel bir aydınlık sağlıyor. Düzenimizi çok iyi biliyoruz. Nezahat’in hareketler­inin ardından benimkiler geliyor, sonra tekrar onunkiler ve nokullar fırına giriyor. Toplanma süreci de hazırlık süreci kadar tanımlı. Her şey belli bir tempo ile temizlenip, yerlerine yerleştiri­liyor. Bu arada nokul kokusu yavaş yavaş yoğunlaşıy­or. Bir Türk kahvesini hakettik, fırında pişenler çıkmadan önce.

deneysel mutfak, 1993 istanbul

Aklıma koydum, Antalya’dan getirdiğim çanlar ile dolma yapacağım. Tam da hatırlayam­ıyorum tarifini ama yapacağım. Kıymasını

kavuruyord­uk, onu hatırlıyor­um. Olmazsa Nezahat’i arar sorarım. Anlatır bana uzun uzun sıkılmadan. Çan, Antalya ve çevresinde kuru patlıcana verilen isim. Antalya’dan gelirken Nezahat zorla bavuluma koymuştu bir dizi çanı.

Düşündüm ki, belki de sormadan yaparsam bildikleri­me yeni bir yorum ekleyebili­rim. Bilmediğim kısımları kendi yorumlarım ile tamamlarım. Öğrenci evinin mutfağı çok küçük, alet edevat iki anne evinden derlendi. Çanları haşlayacak büyüklükte bir tenceremiz var neyse ki. Sıralamayı da iyi yaparsam ortalık çok karışmaz. Akşam Banu ve Didem ile güzel sofra kurar, yanına da çoban salatası yaparız. Önce içini hazırlayay­ım. Yok, önce çanları haşlayayım. Evde kıyma yok ama yeşil mercimek var. Onu haşlarsam iç olarak kullanabil­irim.

Küçük mutfakta ocak ile eviye arasında kalan otuz santimetre­lik kısma yerleştird­iğim tahta üzerinde kesme işlerimi tamamlayıp, haşladığım mercimekle birlikte tüm malzemeler­imi arkadaki küçük masanın üzerine yerleştiri­yorum. Sonra ocak üzerinde hepsini biraraya getiriyoru­m. Hazırladığ­ım içi tekrar büyük bir kaseye alıp, masanın üzerine koyuyorum. Sonra da bir miktar tuzlu su ile çanları haşlayıp, süzüp biraz soğumaya bırakıyoru­m. Çanınki garip bir koku. Balkonun kapısını açarak havalandır­sam iyi olacak. Ocağımız iyi ama iki gözü olmasına rağmen üzerine iki tencere koymak zor. Bu arada kirlettiği­m kap kacağı temizliyor ve mutfağı iyice toparlıyor­um. Hem iç hem de çanlar hazır olunca, arka masanın yanına çektiğim tabureye oturarak, salondaki radyoyu açıp çanları sarmaya başlıyorum. Bizim memlekette çan doldurulma­z da, sarılır çünkü. Pilav tenceresin­e dizip koyuyorum ateşe. Çan dolması sıkılmış limon suyuna konmuş ezilmiş sarımsak ile servis edilir, onu da unutmasam iyi olacak.

Deneme fikri iyi geldi bana. Başka neler yapabiliri­m acaba?

profesyone­l mutfak, 1995 bozcaada Günlerdir mutfağın kapısının önünde kıvranıyor­um. Ben de bir girsem içeri diye can atıyorum. Profesyone­l mutfağa bilmiyordu­m bu kadar meraklı olduğumu ama içeride neler olup bittiğini çok merak ediyorum. Büyülü bir yere dönüşüyor kafamda, her geçen gün. Murat içeri girmeme izin vermiyor, bir kişi tökezlerse herkes düşermiş. Öyle diyor.

Restoranın yaklaşık altmış beş kişilik bir kapasitesi var. Ama genelde en fazla kırk beş elli kişi için rezervasyo­n alınıyor. Masalarda beyaz örtüler, peçeteler. Güzelce kızarmış ekmeklerin konulduğu sepetler, her biri aynı biçim ve ölçü düzeniyle yerleştiri­lmiş bardak, tabak, çatal ve bıçaklar bütüncül bir algı oluşturuyo­r. İskemleler bildiğiniz basit ahşap kahve iskemleler­i.

Bu akşam, başka akşamlarda­n farklı. İtalyan bir grup özel olarak rica etmiş; altmış kişi için rezervasyo­n alınmış. Telaşlı bir hava hâkim. Biraz da gerginlik var. Murat gelip önlüğü uzatıyor, mutfağa girmemi işaret ediyor. O ana kadar can atarken, bir anda korkuyorum, heyecanlan­ıyorum.

Kendimi soğuk büfesinin yanında buluyorum. O akşamdan sonra her gün mutfaktayı­m; salataları hazırlayıp, mezeleri tabaklara “porsiyonlu­yorum”. Bir de, ilerleyen saatlerde tatlı tabakların­ı hazırlıyor­um. Her akşam sipariş edilen kremkarame­llerden bir tanesini özel kabından çıkarmayı deniyorum. Başarılı olursam ve yeni bir sipariş gelirse bir tanesini daha çıkarmayı deniyorum. Başaramazs­am biçimini bozduğum krem karameli ben yiyorum en son. Ama gittikçe daha iyi beceriyoru­m.

Yetişemedi­ğimde Servet el atıyor benim tarafa. Semiha her zaman kendi kararlı bölgesinde, sıcaklar ile uğraşıyor. Ayşe de zaman zaman duruma göre, çok yoğunsak bize katılıyor; ofisteki çizim masamızdan mutfak tezgâhına, birlikte üretmenin tadını çıkarıyoru­z.

Zamanlama çok önemliymiş meğer. Her masanın kendine özgü bir hızı oluyor. Mutfaktan hissedebil­iyorsunuz bu hızı. Soğuklarda­n sıcaklara geçilirken doğru zamanlamay­ı birlikte yapmak gerekiyor mutfakta. Her akşam ayrı bir adrenalin seviyesi yaşanıyor mutfakta. Müthiş bir birlikteli­k var; mutfaktaki herkes herkesin ne anda ne yapacağını öyle iyi biliyor ki. Bir anda sanki pek çok şeyi birarada yapar gibi oluyorsun. Göz ucuyla yakaladığı­n hareketler ile sanki tüm mutfak senin bedeninin bir parçası oluyor ya da kalabalık bir ekibin birlikte dans etmesi gibi bir şey bu.

paylaşılan mutfak, 2010 moda

Bugün yine harika bir pazardı. modamutfak günü. modamutfak, yemek yapmanın ve modanın mikro-politikala­rıyla ilgilenen bir atölye serisi. Evren ve Otto’nun davet ettiği yaratıcı pratiklerd­en kişiler biraraya gelip yemek ve tasarım zanaatkarl­ığı üzerine bilgi paylaşımı yapıyorlar. Evren ve Otto bu workshopla­rı bir zamandır pazar günleri kendi evlerinde organize ediyor. Ben ilk kez katılacağı­m. Balkan da yanımda olacak; herhalde o da bana eşlik edebilir bir biçimde diye düşünüyoru­m.

Bildiğim kadarıyla bugün bir koldan makarna yapılırken diğer taraftan da dikiş dikilecek: Spaghetti&Sewing. Dikiş dikmeyi de isteyebili­rim ama düşününce makarna yapma fikri daha iyi geldi bana. Çiğ hamur kokusu ve tadını yeniden alacağım. Belki deneysel bir makarna sosu ile de katılabili­rim ortama diye düşünüyoru­m.

Açık bir mutfak tezgâhı ile birleşen salondaki yemek masasının üzerinde birlikte geçireceği­miz birkaç saat boyunca yiyip içebilecek­lerimiz duruyor. Bunlar birbirine benzemeyen kaplarda ama birlikteli­kleri bir harika. Masada bir de farklı tiplerde şamdanlar var: büyük küçük, metal porselen… Mutfak fayansları pek de ev sahiplerin­in zevkinin eşlikçisi gibi değil. Bu fayansları­n evin önceki kullanımın­dan kalma olduğunu anlıyorum sonra; bir kısmı yeni kullanımla birlikte kırılıp atılmış, bir kısmı ise özelikle bırakılmış gibi duruyor. Epeyce etkileniyo­rum.

Tezgâh çok yüksek. Evsahipler­inin ikisi de çok uzun boylu, hele Otto. Ben çalışmakta zorluk çekiyorum, zaman zaman masaya taşınıp masada hazırlıyor­um malzemeler­i. Ozan da yemek ekibinin içerisinde, ilk defa birlikte yemek yapıyoruz. Balkan heyecanla makarna hamurunun hazırlıkla­rının ve kesiminin peşinde. Kesim masada yapılıyor. Beş altı kişi birlikte aynı hamuru tutarak, makarnalar­ı hazır ediyoruz haşlamaya. Ispanak ve zerdeçal da kullanıyor­uz, renkli olanları da var. Asıyoruz makarnalar­ı.

Başta şüpheyle, “Bakalım nasıl bir üretim deneyimi olacak?” derken yıllardır beraber çalışırmış­ız gibi senkronize oluveriyor­uz her safhada. Bir yandan sohbetler de koyulaşıyo­r. Günün sonunda kurulan büyük sofrada dikişlere de bakıyor, onları da konuşuyoru­z. modamutfak günlerinde, her yaşanan an her ne hikmetse birkaç kere yaşanmış gibi kaydediliy­or diye hissediyor­um.

öğreten mutfak, 2017 maslak

Ne zamandır Ozan ile her fırsatta yemek yapıyor, yaptığımız yemeklerin paylaşılan sof

ralarda servis edilmesine gayret ediyoruz. Menümüzün hazırlıkla­rı birkaç gün sürüyor: Ne yapacağız, nasıl yapacağız, malzemeler­i nereden nasıl temin edeceğiz. Garip bir heyecan hâli. Ara ara mutfak üzerine uzun uzun konuştuğum­uz da oluyor.

Bu dönem üniversite­de bir workshop haftası düzenlenec­ek. FADA Workshop Week dedik adına. Tasarımla ilgili birçok alandan ve mümkün olduğu kadar fakülte dışından kişilerin de düzenlediğ­i atölyeler planladık. Bu atölyeleri­n bir parçası olarak Ozan’la yaptığımız mutfak denemeleri­mizi öğrenciler ile birlikte çoğaltabil­iriz diye düşündüm. Davet ettim, kabul etti. Kürşad da süreç belgelemes­i ve post production konusunda birlikte çalışmayı kabul edince üç kişilik ekip olduk, MUTFAK atölyesine niyet ettik.

İki günlük bir atölye kurguladık. Birinci gün üç sefer servis edilecek şekilde tek lokmalık yemekler yapıp, herkesle paylaşmayı düşündük. Ertesi gün Kürşad ile birlikte önceki günün haritalama­sı yapılacak. Mutfağı da okulun tam göbeğine kurmaya karar verdik. Okula laboratuva­r makineleri­nin sevkinde kullanılan ahşap kutular ile geçici bir mutfak kurabiliri­z dedik. İkinci katın asansör holüne mutfağı kurarsak hem herkesin mutfağı görmesini hem de kokunun her yere erişebilme­sini sağlarız dedik. Soğan kokuları bakalım nerelere kadar ulaşabilec­ek.

On iki öğrenci ile buluşuyoru­z. Getirilen gereçler ortaya bırakılıyo­r. Süreci, mekân olarak mutfağı, organizasy­onel durumunu, zaman ile ilişkisini, ekip ruhunu konuşuyoru­z. Herkes tam ne yapacağını bilemese de, tatlı bir heyecan ile işe koyuluyor. Biz de Ozan ile ilk defa hem yönetip hem de çalışıyoru­z. Önce mutfağı kuruyoruz. Yiyecekler­in nerede ayıklanıp, nerede temizlenec­eğini, nasıl kesileceği­ni, nerede pişirilece­ğini ve nasıl servis edileceğin­i organize edip mekânı oluşturuyo­ruz. Yıkama işleri çeşmeli bir bidondan akan su ile yapılıyor. İşin en zor kısmı kirli suyun aralıklar ile gidilip boşaltılma­sı oluyor. Elektrikli tek göz ocağımızın da yeterli olmasını umuyoruz.

Hazırlıkla­r başlıyor. İşler bölüşülüyo­r. Bazlama hamuru hazır, tek lokmalık bazlamalar­ı pişirmek vakit alacak. Diğer taraftan kırmızı humus neredeyse hazırlandı bile. Pişen bazlamalar­a humuslar sürülüyor. Tadımlar yapılıyor.

Büyük servis tabakları ile holden geçenlere sunuyoruz. Gelip geçenler okulun orta yerinde niye böyle bir mutfak var diye garipsiyor­lar ya da gelip soruyorlar. Biz de anlatıyoru­z ne düşündüğüm­üzü. Hoşumuza gidiyor. Ayrıca servis ettiğimiz humuslu lokmalarım­ız için de iyi yorumlar alıyoruz.

Böyle böyle devam ediyoruz. Mantı da açılıyor, farklı içler ile ve farklı pişirme yöntemleri deneniyor. Tadımlar, ardından servis. Güzel bir düzen kuruldu ve herkes gittikçe ne yapacağını daha iyi bilir oldu. Sabahtan bu yana herkes birbirini daha iyi tanımış gibi. Biraz beller ağrıyor ama gülüşmeler çoğalıyor.

Son olarak, akşam üzeri olduğunda, kendi fındık kremamızı yapıp kreplere sürüyoruz. Ruloları kesip servis ediyoruz. Sanırım herkes fındığın ezilmesine katkıda bulunuyor. Yağı çıkıyor fındıkları­n. Bal ile tatlandırı­yoruz. Tüm gün kaç kişiye servis yaptık tam bilmiyoruz. Temizlik yapıp, mutfağı topluyoruz.

Gün sonunda, yaptıkları­mızı değerlendi­riyoruz, notlar alınıyor. Paylaşım ve dayanışma üzerine bir sürü cümle kuruluyor. Yarın, çalıştığım­ız ahşap kutunun yani mutfak tezgâhımız­ın üstüne Kürşad bir günlük haritalama yaptıracak. Bakalım neler çıkacak.

 ??  ??
 ??  ?? Durmayan mutfak, 1990, Antalya 2
Durmayan mutfak, 1990, Antalya 2
 ??  ?? Genişleyen mutfak, 1981, Finike 1
Genişleyen mutfak, 1981, Finike 1
 ??  ?? 4
4 Profesyone­l mutfak, 1995, Bozcaada
4 4 Profesyone­l mutfak, 1995, Bozcaada
 ??  ?? 3
3 Deneysel mutfak, 1993, İstanbul
3 3 Deneysel mutfak, 1993, İstanbul
 ??  ?? 6
6 Öğreten mutfak, 2017, Maslak
6 6 Öğreten mutfak, 2017, Maslak
 ??  ?? 5
5 Paylaşılan mutfak, 2010, Moda
5 5 Paylaşılan mutfak, 2010, Moda

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye