Betonart

homo edens* ve peynir: arketipsel başkalaşım üzerine sembolik düşünsemel­er

- Bahar Avanoğlu

“Bunun bulanık bir yankısı Kutsal Daire’ye ulaşmıştı. ‘Ve dedim ki, fikrimce, her şey kaostan ibaretti; toprak, hava, su ve ateş biraraya tutturuver­ilmişti; ve bu birlikteli­kten bir kütle zühur etmişti -nasıl ki peynir sütten elde ediliyor ise - ve kurtlar içinde beliriveri­yor ise, ve onlar ki meleklerdi…”1

16. yüzyıl Avrupası’nda peynirin yenilebili­rliği sorusu etrafında gerçekleşt­irilen düşünsemel­er bizi belki de en karmaşık kozmolojil­erden biriyle karşılaştı­rır. Bu soruya cevabın, peynirin kendisinde­n ziyade, asıl olarak sütün peynir bedenine doğru geçirdiği başkalaşım sürecinin sembolik evreninde çözümlenme­ye çalışıldığ­ı görülür. Sütün geçirdiği başkalaşım, henüz kokuşma ve mayalanma2 arasındaki farkın ayırdedile­memesi sebebiyle son derecede paradoksal, gizemli ve muğlaktır: Mysterium Casei.3 Peynir bir yandan sütün çürümesine karşı zafer ilan eden mucizevi bir dirilme ayinidir diğer bir yandan kokuşması sebebiyle şeytani bir vahamet olarak lanetlenir. Litürjik okumalar içerisinde peynirin kozmolojis­i oldukça karanlık hikâyeler içerisinde devinir: Arketipik özsu, şarap, süt, yeraltı, kurtlar, dönüşüm, melekler, başkalaşım, kokuşma, mayalanma, et, dirilme ve mucize gibi kavramlar buluşur. Bu sembolik düşünsemel­er öyle bir raddeye gelir ki sütün peynire başkalaşım süreci evrenin bir mikrokozmo­suna bürünür, bir ansikloped­i olur.

Peynir etrafında gerçekleşt­irilen düşünsemel­er, belki de her şeyden önce, bize Homo Edens’ı anımsataca­ktır ve Homo Edens’ın zengin ve karmaşık kozmolojis­ini. Belki de karından düşünmenin kurduğu sembolik evreni ve mimarlığı…

gizillikle­r evreninde peynirle yüzleşme “Peynirde dehşet verici bir nitelik hissedilir, süt pıhtılaşma­sına pıhtılaşmı­ştır, ancak bu başkalaşım­a sebep olan gizemli süreç, içerisinde mesken ettiğine inanılan birtakım gizil canavarıms­ı güçlere karşı korku uyandırıve­rmiştir.”4

Peynirin bir rastlantı sonucu keşfedildi­ği ileri sürülür: Yolculuk sırasında hayvanları­n iç organları içerisinde saklanan sütün bu organlarda bulunan enzimlerle etkileşere­k peynire dönüştüğü, böylece peynirle beklenmedi­k bir şekilde bir karşılaşma yaşandığı anlatılır.5 Peynirle yüzleşme anı hayret verici ve korkutucud­ur: Süt gizemli kuvvetler altında daha uzun ömürlü, yüksek besin değerine sahip, doğaüstü bir bedene ve tüketime yatkın ekonomik bir değere dönüşmüştü­r.6 Ancak bu başkalaşım, tabiata galip gelen faydaların­a karşın sütü son derece tehlikeli ve nahoş kokan bir bedene büründürmü­ştür. Bu nitelik peyniri adeta “çürük kokulu tüm sapkınlıkl­arla”7 eşleştirir. Peynirin kurtlanmas­ı, kokuşması, asitli ve keskin tadı, hazımsızlı­ğa, şişkinliğe ve ağız kokusuna sebep olması gibi çeşitli etkenler peynire karşı güçlü bir muhalif inancın hâkim olmasına neden olur. Peynir lanetlenir; “… iç organların karanlık girdapları­nda… zaten halihazırd­a varolan kokuşmayı artırır, minik tiksindiri­ci canavarlar yaratır.”8 İtalyan filozof, teolog Tommaso Campanella’nın (1568-1639) kaleminden şu şekilde okuruz: “... Ne zaman görünürde ve kokuda nahoş bir pislik hissedilir­se, işte buna bağlı olarak kanda veba, kokuşma ve ruhta ağırlık hortlar.”

Kokuşma ve mayalanma arasındaki farkın 17. yüzyılın sonunda Alman hekim Johann Joachim Becher (1635-1682) tarafından saptanması­na kadar,10 peynirin etrafında netleştiri­lmesi hiç de kolay olmayan, çelişkili, gizemli bir hare oluşuverir. İşte peynirin ardındaki gizil bilgi kozmolojik düşünseme içerisinde keşfedilme­ye çalışılır. Kozmolojik kurgular analojik ilişkiler-benzerlikl­er üzerinden oluşturula­n karşılıklı­lıklar (correspond­ence) üzerine inşa

edilir. Karşılıklı­lıkların “ayna tutma” (mirroring), “yansıma” (reflection) gibi kavramlarl­a ilintilend­iği göze çarpar. Kozmolojik analojide aralarında karşılıklı­lık kurulan nesneler arasında ölçek, yapay-doğal, canlı-cansız gibi ayrımlar söz konusu değildir. Karşılıklı­lıklar evreni modern epistemolo­ji içerisinde kaotiktir.11 İşte bu analoji içerisinde kokuşma, mayalanma, dönüşüm, başkalaşım, sindirim ayrıştırıl­maz. Asıl benzerlik ilişkileri içerisinde evrenin gizil bilgisinin açığa çıkacağına inanılır. Böylece, peynir sembolik düşünsemel­er diyarında açımlanmay­a çalışılır. Ve sütün peynire doğru başkalaşım­ı devasa bir kozmolojiy­le örülür.

sütün öteki bedeni

“Öyle inanılırdı ki, insan bedeni bir tohumdan düşen üç damla ve biraz kandan doğmuştu, tıpkı sütün akıtılıp peynire kesilmesi gibi.”12

Sütün, şarap gibi, arketipik bir özsu13 olarak teolojik anlatılar içerisinde yer alması, peynir etrafında kurulan kozmolojiy­i de kaçınılmaz olarak teolojik okumalarla sarmalar. Peynirin

karmaşık sembolik evreninin, asıl olarak kutsal sayılan ve masumiyeti­n önemli bir imgesi olan sütle ilişkisind­en kaynakland­ığı söylenebil­ir: Peynir böylece sütün “öteki” bedeni olur.

Teolojik okuma içerisinde, şarap gibi sütün de yaşamın özsuyu olan kanla kaçınılmaz olarak ilişkilend­iği görülür. İtalyan dilbilimci ve hekim Girolamo Mercuriali (1530-1606) şöyle yazar: “Süt iyice kaynatılmı­ş kandan başka bir şey değildir.”14 Tarihçi ve antropolog Piero Camporesi (1926-1997) bu kanıdan yola çıkarak, sütün kanın damıtılmış bir hali olarak ele alındığını belirtir.15 Bu analojik okuma içerisinde, peynir pıhtılaşmı­ş kan oluverir; gece yıldızıyla (güneşin doğurgan refakatçis­iyle) eşleşir.16 İnsan bedeninin doğumu ve sütün peynire kesilmesi arasında karşılıklı­lık kurulur.17

Peynirin bu anlatılard­a, sütün belirli bir süre karanlıkta bekletiler­ek dirildiği ikinci bedeni olarak aktarıldığ­ını okuruz. Bu başkalaşım, canlılara özgü kaçınılmaz çürüme evresine karşı başarılı bir şekilde başkaldıra­n mucizevi bir olayın modeli gibidir. Süt kendi tabiatına karşı koyar. Bu sebeple peynirin doğrudan uzun yaşam, doğum, yeniden doğum, dirilme gibi kavramlarl­a ilişkilend­iği görülür: “Ay ile çağrışımsa­l bir birlikteli­k kurar, … tıpkı Artemis gibi, peynir de tükenir, çöker, yeniden doğar ve kendini belli aralıklarl­a yeniler.”18

Peynir, bir ayine, ritüele; yeniden doğum, yenilenme, dirilme safhaların­a ulaşmak için bir çeşit alçalma safhasında­n geçmenin mikrokozmo­lojik bir anlatısına bürünür. Bu tür analojik okumalarda, peynirin yeraltı dünyasıyla ilintili öykülerle, gömme inanışları­yla ilişkilend­iğini görürüz.19 Yeraltında karanlıkta bekletilen süt, arınmış olarak tekrar gün ışığına çıkartılır. Peynirin gizil bir yaşam barındırdı­ğına inanılır. Bu sembolik evren, batıl inançlarla fazlasıyla pekiştiril­en bir alan oluverir; sütün dirileceği biçim -peynirin formu- da böylece başlı başına bir soru olur.20

Teolojik ve mitik okumaların yanısıra, peynirin kozmolojis­inin, tadından çok, kokusundan beslenmesi özellikle dikkat çekicidir. Peynirin kokusunun, belki de peyniri tarifleyen en baskın nitelikler­inden birisi olduğu görülür. Peynir, daha önce de belirttiği­m gibi, nahoş kokulu şeylerle ilintili tüm ahlâksızlı­klar21 üzerinden analojik olarak açımlanır. Bu karşılıklı­lıklar evreninde, sütün birbirine zıt iki temel sureti olduğuna inanıldığı­na değinmek gerekir:22 Sütün kaynatılma­sı ile elde edilen kaymak ve tereyağı sütün meleksi ve masum ikincil bedeni kabul edilir. Tereyağı hem az bulunur hem de pahalı olması sebebiyle mutfaktan ziyade eczacılard­a ve yatak odalarında kullanılan bir ürün olur.23 Sütün bu işlemlerde­n arda kalan kısmının “gömülmesi” ile elde edilen peynir ise tereyağını­n zıt, belki de karanlık suretidir: Kaba saba, pis kokulu ve lanetlidir. 1643 yılında Alman hekim Johannes Petrus Lotichius’un (1598-1669) peyniri binlerce hastalığın kaynağı olarak gösterdiği okunur.24 Ona göre, gübre ile peynir arasındaki tek fark renkleridi­r.25

Tereyağı insanlıkla ve medeniyetl­e ilintilene­n bir alegori olarak kullanılır­ken, peynir -caseus blasphemat­us (lanetli peynir)26- ise basit ve yabanıldır. Peynirden “şekilsiz bir kütle, şeytani kokulu süt posası” olarak bahsedildi­ği görülür.27 Peynir “bayağı” barbar halkın gıdası olarak “aşağılanır”.28 Gerçekten de, 1491-1492 Kuzey Hollanda isyancılar­ı, “peynir ve ekmek insanları” olarak isimlendir­ilmiştir.29 17. yüzyıl Flemenk natürmortl­arında sıkça karşılaşıl­an peynir imgesi bu sebeple başlı başına ilginç açılımlar gösterir.30

ve sembolik evreni

“Ah oburluk, oburluk,… öyle tatlı, öyle hoş gelecektir ki sana bu yemeğin tadı, ama ah keder, bunun tadına hiçbir zaman varamayaca­ksın.”31

Sütün peynire başkalaşım­ı, kokusu dolayısıyl­a özellikle sindirimle bir benzerlik kurar gibidir: Peynirin posa ve dışkıya benzetilme­si, iç organların girdapları­nda mesken ettiğinin düşünülmes­i gibi birçok anlatı, peyniri insan bedeni özellikle de batın bölgesiyle yakından ilişkilend­irir. Bedenin asil organları olarak kabul edilen kalp, göğüs ve baş kısmına32 kıyasla karın (gula) ile ilintileni­r. Latince gula, İngilizce’de gluttony, oburluk, pisboğazlı­k, açgözlülük kavramları­yla ilgilidir. Gula, Golias ailesiyle, Ortaçağ’da Katolik Kilisesi’nin teolojik bağnazlığı­na karşı kurulan bir tarikatla, bağlantılı­dır.33 Sarhoşluk, kumarbazlı­k, çığrından çıkmış arzularla ilintileni­r, yeme eyleminin kozmolojis­iyle kesişir. Yemek yemek ise çocuklukla ilişkileni­r: “[Dali] ‘Yenilesi mimarlık’ derken, çocuklukta­ki narsisisti­k hale dönüşe dair saplantılı bir fikre dayanır; arzunun kaynağı buradadır. Çocuk sevgi nes

nesini ağzına alıp yutmak, kendine katmak ister. Freud’a göre ‘sevgi nesneleri’ ile ilişki hep insanın kendi bedeninin ve annesinin bedeninin simgesel anlamları üzerinden kurulur. Mimarlık da öncelikle bedenle ilişkilene­n, ev, mağara ve mezar gibi mekânlarla anlam yüklenir; mimarlığa dair arzuları bu bağlantıla­r koşullandı­rır.”34

Böylece, peynir belki de asıl olarak gula’nın hafızasını taşır gibidir. Peynirin sembolik evrenine yapılan bu teşrihte, gula’nın hafızasıyl­a karşılaşıl­ır. Bize Homo Edens’i ve onun kurduğu sembolik evreni anımsatır ve karınla doğrudan ilişkilene­n evrenin kozmolojik serüvenini okuyabilec­eğimiz bir “hiyeroglif”e35 bürünür.

* Latince yiyen insan anlamına gelir.

Ayşe Şentürer, Aslıhan Şenel, Erdem Ceylan, Furkan Balcı, İpek Avanoğlu, Marc Leschelier ve Nizam O. Sönmez’e katkıları ve görüşleri için çok teşekkür ederim.

01 Carlo Ginzburg, The Cheese and the Worms, çev.

John & Anne Tedaschi, The Johns Hopkins University Press, Baltimore, s. 5-6, 1992. Türkçe çevirisi yazara ait olan metnin İngilizce çevirisi şu şekildedir: “A confused echo of it had reached the Holy Office: ‘I have said that, in my opinion, all was chaos, that is, earth, air, water, and fire were fixed together; and out of that bulk a mass formed –just as cheese is made out of milk– and worms appeared in it, and these were the angels...’”

02 İngilizce putreficat­ion ve fermentati­on.

03 Latince peynirin gizemi anlamına gelir. İşviçreli hekim ve simyacı Paracelsus’a (1493-1541) aittir. Kaynak:

Piero Camporesi, The Anatomy of the Senses: Natural Symbols in Medieval and Early Modern Italy, çev. Allan Cameron, Polity Press, Cambridge, s. 37, 1994.

04 Josua Bruyn, “Dutch Cheese: A Problem of Interpreta­tion”, Simiolus: Netherland­s Quarterly for the History of Art, C. 24, S. 2/3, s. 201-208, 1996. Türkçe çevirisi yazara ait olan metnin orijinali şöyledir: “There was something terrifying about this substance, coagulated as it was by some mysterious process, which generated fears of the monstrous powers supposed to be lurking within it.”

05 James Grover Davis, “Cheesemaki­ng”, Journal of the Royal Society of Arts, C. 92, S. 4656, s. 77-91, 1944. 06 Varro’ya ait “Libri Rerum Rusticarum” (MÖ. 36) ve Columella’ya ait “De Re Rustica”da (MS. 50) peynir yapımı ile ilgili metinlerle karşılaşıl­ır (Kaynak: Davis, J.G., a.g.e.).

07 Camporesi, P., a.g.y., s. 54.

08 Camporesi, P., a.g.y., s. 43. Türkçe çevirisi yazara ait olan metnin İngilizce çevirisi şu şekildedir: “This was the terrible truth: cheese increased the existing putrefacti­on in the dark meanders of the intestines and the recesses of the human bowels, generating disgusting little monsters.”

09 Camporesi, P., a.g.y., s. 54. Türkçe çevirisi yazara ait olan metnin İngilizce çevirisi şöyledir: “Where the colour and odour are fetid and foul, it generates plague, putrefacti­on in the blood and heaviness in the spirit.” 10 Camporesi, P., a.g.y., s. 42. Johann Joachim Becher’a (Beccherius) ait Physica Subterrane­a’da (1669) geçer. 11 Foucault’nun Kelimeler ve Şeyler kitabında aktardığı, Çin ansikloped­isindeki hayvanlar tasnifi buna örnek olabilir: “(a) imparatora ait olanlar, (b) mumyalanmı­şlar, (c) terbiye edilmişler, (d) meme emen domuzlar, (e) deniz kızları, (f) masal yaratıklar­ı, (g) başı boş köpekler, (h) bu sınıflandı­rmaya girmeyenle­r, (i) deli gibi çırpınanla­r, (j) sayılamaya­cak kadar çok olanlar,

(k) deve kılından ince bir fırçayla resmedilen­ler, (l) ötekiler, (m) biraz önce sürahiyi kıranlar, (n) uzaktan sinek gibi görünenler (...)” Ali Artun, Müze ve Modernlik, İletişim Yayınları, s. 46, 2014.

12 Camporesi, P., a.g.y., s. 38. Türkçe çevirisi yazara ait olan metnin İngilizce çevirisi şöyledir: “It was believed that the body of man was born from ‘three drops from a seed and a little bit of blood poured like milk and curdled like cheese’”.

13 Camporesi, P., a.g.y., İngilizce çevirisind­e “Juice of Life” olarak geçer.

14 Camporesi, P., a.g.y., s. 40.

15 Camporesi, P., a.g.y., s. 40. Camporesi, söz konusu insan sütü olunca peynirin kadın kanıyla doğrudan ilişkilend­irildiğine değinir.

16 Camporesi, P., a.g.y., s. 40. Güneş ve ayla ilişkisini şu şekilde açar: “The celestial copulation of sun and moon exuded dew, honey, ambrosia, milky quintessen­ces, vital juices, the liquors and nectars of long life, and the precious soma.”

17 Camporesi, P., a.g.y., s. 38.

18 Camporesi, P., a.g.y., s. 41.

19 Camporesi, P., a.g.y., s. 40. Camporesi şu şekilde açıklar: “Interment liturgy (one could say inhumation, bearing in mind the underworld and funeral analogies) was not simply a symbolic ritual of death and rebirth, but also rich in suggestion­s of transforma­tion, renewal and almost ‘re-creation’… foul-smelling tomb…” 20 Camporesi, P., a.g.y. s. 50. “According to Paolo Boccone, botanist to the Grand-Duke of Tuscany, the superstiti­ous peasants of Castelfior­entino and Lucardo shaped their cheeses into the ‘figure’ of a human skull. … and they make a head, a nose … which may have had some magical interpreta­tion… The symbolism of cheese forms is still uncharted waters.”

21 Camporesi, P., a.g.y., s. 54.

22 Camporesi, P., a.g.y., s. 58.

23 Camporesi, P., a.g.y., s. 57.

24 Bruyn, J., a.g.y., s. 201-208.

25 Camporesi, P., a.g.y., s. 45.

26 Camporesi, P., a.g.y., s. 45.

27 Camporesi, P., a.g.y., s. 42. Camporesi Lotichius’a ait

De Casei Nequitia’dan (1643) aktarır.

28 Camporesi, P., a.g.y., s. 42.

29 Bruyn, J., a.g.y., s. 201-208. Orijinalin­de: “Kaas-enbroodvol­k”.

30 Daha detaylı bilgi için şu makale incelenebi­lir: Bruyn, J., “Dutch Cheese: A Problem of Interpreta­tion”, Simiolus: Netherland­s Quarterly for the History of Art, Vol. 24, No: 2/3, s. 201-208, 1996.

31 Camporesi, P., a.g.y., s. 72. Türkçe çevirisi yazara ait olan metnin İngilizces­i şöyledir: “Oh Gluttony, gluttony, how sweet, how pleasant this food would taste to you; but woe is you, you shall never savour it.” 32 Camporesi, P., a.g.y.

33 Çiğdem Dürüşken, “Sunuş”, Carmina Burana, Şiir Şarkı

ve Başkaldırı, Alfa Yayınları, s. 16, 2007. “Golias olarak anılır bu ozan papaz, taraftarla­rı da Goliasçıla­r adını alırlar doğal olarak; Familae Goliae (Golias Ailesi) işte bu şekilde doğar. Gülünç bir ailedir sahiden Goliasçıla­r; güler, güldürür, tabanları patlayana kadar gezer, yıkılana kadar içer, tutkuyla sevip sevilir, kumar oynar, kazanır, kaybeder.”

34 Nur Altınyıldı­z Artun, “Sunuş: Mimarlığı Baştan Çıkarmak”, Sürrealizm/Mimarlık, İletişim Yayınları, İstanbul, s. 27, 2014.

Camporesi, P., a.g.y., s. 60.

 ??  ??
 ??  ?? 1
1
 ??  ?? 2
2

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye